Wednesday, September 03, 2008

İnebolu - Kastamonu Atatürk ve İstiklal Yolu Yürüyüşü (25.08-31.08.2008) - 1

"Çılgınlık!".

Sanırım biz Kurtuluş Savaşı'mıza hazırlanırken Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan, vb. işgal kuvveti komutanları da bizimle aynı fikirdeydi... Çılgınlık. Bir taraftan baktığınız zaman Ağustos sıcağında 100 km'ye yakın bir yolu İnebolu'dan Kastamonu'ya yürümek en hafif haliyle Çılgınlık olarak tanımlanabilir.

Ancak bizler üzerimizde son model kıyafetler, ayağımızda özel ayakkabılar, yiyeceklerimiz getirilir, çadırlarımız araçlarla taşınırken ve Ağustos sıcağında yürümekteyken çılgınsak; üzerinde giyecek kıyafet, yanında yiyecek-içecek olmadan, kucağında bebeğiyle OLMAYAN yollardan Ankara'ya silah ve mühimmat taşıyan Şerife Bacı'ya hangi sıfatı yakıştıracağız? Aslında Turgut ÖZAKMAN, bizler ve belki de işgal kuvvetleri komutanları, hepimiz aynı fikirdeyiz ve haklıyız da. Bu Türkler'in yaptığı çılgınlık olmalı. Mantıklı görünseydi, herkesin yapabileceği birşey olsaydı, zaten işgal kuvvetleri İnebolu'ya çıkan silahları durdurmak için daha önceden uğraşırdı. Ancak mantıklı gelmemiş olacak ki, uzunca bir zaman bunu bir insanın, bir milletin yapamayacağını düşünmüşler ve engel olmaya çalışmamışlar. (Ve aslında Türk'lerin bunu yapa-CAK kadar çılgın, yapa-BİLECEK kadar güçlü olduğunu farkettiklerinde çok geç kalmışlardı.)

(Ara not: Aslında sonrasını önceden yazdık. Aslında giderken hiç bunları düşünmüyordum. Ve şu anda zaman çizgisi ve mantık çizgisinden hangisi bu yazıya gidecek bilemiyorum. Ama çok karışacak bilsem de böyle mantık çizgisiyle giriş yapıp zaman çizgisine geri dönüyorum. Arada mantık çizgisine dönersem kusuruma bakmayın.)

Evet, aslında yola çıkarken, fikirler şunlardı: İlk kamplı yürüyüşüm, ilk çadır deneyimim (küçüklüğümde babamın kurdukları hariç), ilk Karadeniz turum, DEDAK ile uzun turum, ilk uzun yürüyüşüm, ilk, ilk, ilk... Otobüse giderken diyorum ki, çanta biraz büyük oldu. Sanırım turun en büyük çantalı adamı benim :) Gerçi Mustafa abi ve Şahin agamın (müsadenizle? :) ) yazdığı listeye göre çantada az bile malzeme var. Ama nedense dev gibi oldu. Neyse, sırtlandım, korka korka DEÜ Sabancı Kültür Merkezi'ne seğirttim. Ve rahatlama. Benden büyük çantalı, çuvallı, bavullu yürüyüşçüler alanı doldurmuş. Sanırım olacak bu iş. 18:30'da gelecek aracı bekliyor. Bir yandan sohbet ediyoruz. Araç 19:15'de geldiğinde, herkeste belirli bir sıkıntı oluşmaya başlamıştı bile. Malum yolumuz uzun, 15 saate yakın. Ne kadar geç çıksak, o kadar geç varacağız. 19:30 gibi aracımız hareket ediyor. Bu arada ben de ilk notlarımı alıyorum. :) Beni tanıyanlar "başladın yine" derken, tanımayanlar sanırım kim bu manyak diyor... :)

20:00'da Bornova'dan yolcularımızı alıyor ve artık net olarak yola çıkıyoruz. Sırayla Kula, Afyon ve Ankara molaları. Uykulu gözlerle çok da anlatacak birşey yok. Belki de tek hatırlanacak konu, tüm yolcuların dakikasında araca yerleşmesi ve şoförlerimizin gelişini beklememiz :) Normalde yolcular sallanır ama ne disiplin ki, tüm yolcuları hazırladık, hepimiz yerleştik, şoförleri bekledik. :) Ayrıca bir de sabah Ankara molasındaki armutlar var ki, tam komedi. Sabahın 07:30'unda kim armut ister? (Dağcılar hariç tabi :) ) Ankara'da mola verdiğimiz yerde sabahın yedisinde bir sandık armudu bitirdiler. (Ya, tüm dedikoduları anlatmasam mı? ;) )

Artık herkes uyandı sayılır. Ankara'dan sonrasını muhabbetle geçeceğiz. Konuşmayı da pek sevmem ama? Oturduğum yer çok fiyakalı. Arka (orta) kapının önündeyim. Çöpün yanındayım. Etrafım sırf muhabbet gibi. Arka tarafa da yakın. Yani havadar, möbleli, leb-i derya, kirası da uygun kısacası. Yol boyunca Halim abi'nin anıları (ki Köpük ve Çilingir hikayelerini ondan dinlemelisiniz :) ) ve Karadeniz havaları ile neşeli bir yolculuk yapıyoruz. 10:30'da Ilgaz'da, Kastamonu il sınırında su molası veriyoruz. Burada ilk sarı tabelamı görüyorum. Aslında yine burada bu sarı tabelanın ne anlama geldiğini bilmiyorum. Bir yön Kastamonu, diğeri Ankara. Burada bahsederken söyleyelim; yürüyeceğimiz yol aslında İnebolu-Ankara yolunun bir parçası ve henüz İnebolu-Kastamonu arası tanımlı. Yolun tümü tabelalanmış. Düzenlemesi, hazırlığı yapıldıkça tabelalara kilometre yazılıyor ve Kastamonu'dan Ankara'ya kadar olan bölümün kilometreleri gelecek yıla hazırlanacaktır umarım.

Neyse, burada gezimizin ilk ve belki de en önemli olaylarından birisi geliyor. İzbeli Konağı'na geliyoruz. İzbeli Konağı sanırım Kastamonu bölgesine giden herkesin uğraması gereken bir yer. Bir teyzemizin konağı. Orası bir asker ocağı, bir sipahi ocağı. Teyzemin tarihinde işgal kuvvetlerinin yerleşmesi sonrasında ülkemizi terk edin telgrafını çeken üç kadınımızdan birisi var. Bu köşk ve topraklar zamanında Osmanlı'nın önemli askerlerini yetiştirirken, sonrasında böyle cesur vatansever bir aile yetiştirmiş. Uzun uzun anlatmayacağım. Zaten İzbeli ailesi mensubu teyzemiz kadar da güzel anlatmam mümkün değil. Gidip yerinde teyzemden dinlemeli, o muhteşem kahvaltı sofrasında kahvaltı etmeli, o Osmanlı evini yerinde görmelisiniz. Hatta burada reklamını da yapalım, teyzemize borcumuzu biraz ödeyelim, görmeyen çok şey kaybeder; İzbeli Çiftliği (Sabiha İzbeli) Ankara Yolu 5.km'de Kavacık Köyü / KASTAMONU... Hatta Telefonu: 0532-5757752 / 0366-2443645...

Neyse uzatmayalım. Burada yapacağımız yürüyüşün Kastamonu ayağını düzenleyen, yüklenicimiz Ziver bey karşılıyor bizi ve Kastamonu'ya kadar eşlik ediyor. 12:45'de Kastamonu'ya varıyor, kısa bir bilgilendirmeden sonra 2 saatten uzun sürecek serbest şehir turumuza başlıyoruz.

Kastamonu, güzel, sakin bir şehir. Aslında Avrupa'da gördüğüm, tarihin korunduğu, işlendiği, (ve hatta satıldığı (hediyelik eşyalarla, lokantalaştırma/ otelleştirmeyle, müzeleştirmeyle, vs.)) ve sevildiği şehirlere benziyor. Rıfat Ilgaz'ın okulundan, Etnoğrafya müzesine (Liva Paşa Konağı), Osmanlı Konağı'na (Kastamonu Müzesi) kadar, bizim gezip görmediğimiz birçok yer ile tam bir tarih noktası Kastamonu. Müzeleri dolaşıyoruz ama benim zevkim değildir müze gezmek, işin aslı. Yukarıda Kastamonu kalesini görüyorum, içim gidiyor. Ben İsmail (ÇORBACI) abiyi gazlıyorum, o beni gazlıyor. Çevremizdekiler saatin 2sinde, güneşin altında dağın tepesinde ne işiniz var diyor. Şansımıza Barış (Zirve dağcılıktan) geliyor, kaleye gidecek var mı diyor da, gaz ekibi tamamlanıyor, yürüyüşe başlıyoruz. 3'de otobüs hareket edecek, 80 dakikamız var. Yolda soruyoruz birisine nasıl çıkacağız diye. Bize 45 dakika tırmanacaksınız diyor :( Ve tabi haklı çıkıyor. Merkezden 15 dakikalık bir yürüyüş sonrası kalenin zirvesindeyiz ;) ;) Biraz fotoğraf çekip otobüse 40 dakika kala iniyoruz. Yol boyunca aklımda buz gibi bir ayran var. :) Herhalde Karadeniz'de Karadeniz pidesi yapıp, ayran çalkayan :) bir yer vardır diyoruz, çarşıyı tura başlıyoruz. Sonunda merkezdeki camiye bakan, üzerinde kocaman Karadeniz pidesi tabelası olan bir yer buluyor ve uzun zamandır içtiğimiz en güzel ayranı içiyoruz. (Hem de 50 kuruşa, belli etmeyin :) )

3 gibi yola çıkıyor. Yarım saat sonra bizim gibi Zafer bayramı etkinlikleri kapsamında tur atan bisikletlileri izliyoruz. Hem de yaklaşık birbuçuk saat süren bir bisikletli bekleyişi sinir de bozsa, moralimizi bozmuyoruz, muhabbetimize bakıyoruz. 6'da İnebolu'ya girene kadar aslında çok güzel manzaralar kaçırıyorum :) Zira dayanamıyor, uyuyakalıyorum. :) (Gerçi yürüyerek dönerken hepsini görüyorum) İnebolu'da bizi Kız Yurdu'nda misafir edecekler. 3 ranzanın bulunduğu odaya 4 kişi yerleşiyor, temel ihtiyaçlarımızı giderip Yakamoz lokantasında hediye edilen akşam yemeğimizi yemeye gidiyoruz. Burada hayatımda ilk kez Karadeniz'i görüyorum ve görülmesi gerektiğini ben de farkediyorum. Size de birkaç resmini getiriyorum. Ve Karadeniz havası attığı birkaç damla yağmurla bizi korkutmayı başarıyor. Ertesi gün başlayacağımız yürüyüşü de düşünerek 21:30'da lokantadan ayrılıyoruz. Üçümüz de yürüyelim, araca binmeyelim istiyoruz ve yola revan oluyoruz...

Yolda bir bakkala uğruyoruz, İsmail abinin alacakları varmış. Üzerimizdeki DEDAK tişörtüyle belki, belki de yabancı duruşumuzla bayan misafir olup olmadığımızı soruyor. Belki biliyorsunuzdur diyip İstiklal Yolu'ndan bahsediyoruz. Aslında okumuş ve tvde izlemiş ama inanmamış bayan. O yol diyor yürünmez. Dağlar diyor geçit vermez. (Aslında hiç mi işiniz gücünüz yok da diyecek ama sanırım o kadarına utanıyor :) ) Yok diyoruz, bizler bu iş için tecrübeliyiz, yürürüz diyoruz. Pek inanmasa da kolay gelsin diyor. (İç ses: Aslında bu gelişimimizi (!) gösteriyor. Bu bayan da İnebolu'lu, sonra anlatacağım, girişte bahsettiğim insanlar da İnebolu'luydu. Eskiden, o şartlarda Kastamonu'ya yürümek mümkündü(!), artık dağlar geçit vermiyor. Eeee, Küre dağları aynı Küre dağlarıysa, şimdiki İnebolu'luları engelleyen bu dağlar nereden çıktı peki? (ve peki o dağlar benim kafamda niye oluşmadı? Kim kurdu ki bu dağları da artık İnebolu Anadolu'ya yürüyemeyeceğine inanıyor?) Bilmiyorum, bilmiyorum?)

Akşam saat 22:30 oluyor. Uyuma zamanı, ranzanın üst katına baktıkça aklıma 21 gün de olsa geçen acemi eğitimim geliyor. Garip duygularla uyuyorum.

Not: Kusuruma bakmazsanız, bu yazıyı yazmak bile 3 saate yakın zamanımı aldı, biraz ara veriyorum. Hem de size okurken sıkıntı vermesin. Sabah kalkıp İnebolu'dan ayrılacağız ama bunları da haftasonu yazayım müsadenizle...

Not 2: Fotoğrafları, bu yazı dahil, her yazının altına koyayım diyorum ki, hangisine bakılırsa fotoğraflar görünsün. Bu yüzden her yazı parçasında aynı fotoğraflar olacak. Bir kez baktıysanız, tekrar tekrar bakmanıza gerek yok :)

Not 3: Yorumunuz ve/veya eleştiriniz olursa okumaktan çok mutlu olurum. Düzeltmelerinize şimdiden çok teşekkürler...

Fotoğraf albümü için tıklayın (Hepsini görmek için):
http://s240.photobucket.com/albums/ff299/XtrmPrgrmmr/Trekking/2008/IstiklalYolu%20-%2020080825/

Fotoğraf turu (genel bakış):

No comments:

Post a Comment