Tekrar merhaba,
Neyse efendim, yarış alanında ayrıldık, otelimize vardık. Önce yüksek ökçeli bir duş (Kasıt şudur ki; adamlar bir duşakabin yapmışlar, 1.80 boyum var, tırmandım duşakabine çıkmak için. Tabi iniş daha garipti. Zaten yer ıslak, bir de yaklaşık yarım metreden iniş. Okumazlar ya, yazmadan edemeyeceğim; Arkadaşım, o duşakabin yakında kırılır, herkes yüklenerek inende :) ) Süsleniyor, aşağıya iniyoruz. :)
[Yazı biraz uzun oldu, rahatta okuyunuz... :) ]
Gelirken görüldü ki, Havzan denilen yer yolumuz üzeri, geriye biraz yürüyüş. Havzan kritik bir yer, zira gelmeden kiminle konuşsam "Havzan'da Etliekmek" der. Karar veriyoruz, yürümeye başlıyoruz. Tak kulaklığı, yürü Mürsel. İzmir'liler bilir, Sahilevleri'ndeyim veya Urla gibimsi. Etrafta tek katlı, dubleks villalar veya en fazla 2-3 katlı apartımsı. Geniş bir kaldırım. Ağaçlı bir yol. Tek sorun; Konya'lılar yolu boş bulunca, sağlam hız yapıyorlar. Madem yol geniş, madem yayalar için de kaldırım var, öyleyse Neden 150 ile gitmiyorum? Gerçi ben nereye ne yetiştirdiklerini anlamadım ama vardır kokulu bir durum... Müzik güzel, sürekli yağıp duran yağmur, tam atımsı, Havzan tabelasına geliyoruz. İlk damlalar ile birlikte kendimizi içeriye atıyoruz.
3 katlı (son katı kapalı da olsa) bir kebap kompleksi. Altta klasik giriş önü kasa, yanında en güvenilir bölüm olan fırın ve masalar. Her Türk mantığıyla direkt yukarı seğirtiyoruz. İğne at yere düşse de, çarparak düşeceğinden ses çıkartmaz bir durum. Tüm Konya gençliği burada sanırım. Ya dershane çıkışı, ya vizelerin bitişi. Her masada boyumdan uzun plakalar :) Bir yer bulup dinlenmeye geçiyoruz ki, dışarıda gökkuşağı. İnsan hafiften dinlenmeye geçiyor. Manzara şu; açız, Etliekmek yenecek bir yerdeyiz, sıcak, dışarıda yağmur hafiften atıyor, gökkuşağı var, ve tüm gün koştuktan sonra oturmuşuz. Ne huzur! Siparişleri veriyoruz. Doğalından etliekmek. Önce mezeler geliyor. Salatalar küçük kesilmiş, gavurdağı, kaşık salata kıvamında olmasa da söğüşten küçük, zeytinyağı da Konya'dan çok zeytinle ünlü bir yer gibi. Yoğurt geliyor, güzel kese yoğurdu. Tabi ki, acılı ezme... Acılı ezme seven bir kişiyimdir ve fırsatım olan yerde denerim ama böyle güzeline denk geldiğimi de az hatırlarım. Sıdıka ablaların söylediğine göre içine çemen de katanda böyle güzel olmuş. İçinde ne var bilmiyorum ama mükemmel. Biz daha mezelerle başlarken lavaş mı istesek derken bizim kalas da geliyor :) Arkadaş 5-10 dakika içinde getiririm demişti ama yalan yok, mantıklı gelmemişti. Bir masaboyu kalas üzerinde 5 tane etliekmek. Nedense kesilmemiş. Önce bir seyrediyoruz. Sonra ne olacak? Arkadaş diyor ki, burada böyle gelir, herkes elle girişecek. E daha o kadar coşmadığımızdan mı diyelim yoksa açlıktan gözümüz dönerse diye kendimize güvenmediğimizden mi diyelim bilmiyorum ama istiyoruz ki, yarısı da İzmir işi olsun. Bizim etliekmekler kesile. Koca pide bıçağı geliyor. Önce o, sonra bizler girişiyoruz ki, fotoğraf çekmek bile ilk lokmalardan sonra aklımıza geliyor. Bol ezmeli, mezeli, mükemmel etliekmek ziyafeti üstüne güzel birer çay. (Tatlı yok diyeceksiniz de, oraya kadar gelip de Fırın sütlaç yemek de garip geldi efenim. Tamam güzeldir tahminim ama ne bileyim?!?)
Çay sonrası soruyoruz, Mevlana Türbesi falan yakın mıdır diye yol gösteriyorlar. Hem eritelim diyoruz, hem de sporcuyuz ya serde, düşüyoruz yollara...
Önce otel, sonra şehir dışı yollar, sonrasında çarşımsı bir yola giriyoruz. Sanırım merkez burası. Sağlı sollu dükkanlar. Taş döşenmiş yol, orta ağaçlı. Yürüyüş boyunca orjinallik; bir grup dükkan sahibinin; "Welcome to Konya, Souvenir" çığlıkları :) Cevabını da sanırım, "Hüseyin abi, şurada var galiba aradığın" cümlemden aldılar ki, muhabbetimiz pek sürmedi :)
Yol üstünde ilk söylenmesi gereken belki de, doğal olarak benim ismini kaydetmeyi unuttuğum cami. Orjinallik şu; sanırım 2 ayrı devlet döneminde yapılmış. (yani birisi yapmış, diğeri de restore etmiş.) veya 13. yüzyılda hazırlayan mimar hakikaten bir sanat konuşturmuş (Şu anda birçok binanın sadece yapmış olmak için yapıldığını düşünürsek, o zaman da standart olan sadece yapmak değil, iyi yapmakmış da...Garip?!?) Gelelim özelliğine; Minaremiz hem kare hem yuvarlak. Yani aynı minarenin hem kare prizma yapıldığını bir yandan da içinden silindir (bildiğimiz standart minare) minare geçtiğini düşünün. Mutlaka bunların tarihi, dini bir anlamı da vardır. Onu bilemiyorum ama son dönemde güzel de korunmuş, söyleyebilirim. Ayrıca çok küçük bir cami olmasına rağmen 1 paragraftan daha fazlasını da hakediyor.
Yürümeye devam ediyoruz. Sonrasında karşımıza çıkan, aşağıda fotoğraflarını da gördüğünüz sular akan dünya figürü. Mutlaka derin anlamları da vardır. Ben sadece şekilsel yorumlayayım, işi uzmanına bırakmış olayım. Bir küre düşünün, en tepe de Mevlana Türbesi var, sanırım çevresi de Konya... Güzel bir ışıklandırma ile hoş görünüyor ama sanki çevre düzenlemesi olmamış mı? Tamam güzel ama herşeye soktuğum şu burnumla diyebilirim ki, çevresi ile bakarsam orada duran herhangi güzel bir şey. Keşke onu ortaya alan bir çevre düzenlemesi olaydı. Hakediyor zira. (Mesela Konak Meydanı'ndaki Saat Kulesi. Çevresi yükseldi derler ama bence baktığınızda tüm Konak Meydanı onu çevresinde oluşturulmuş gibi.)
Hava kararıyor. Yavaş yavaş sokaklar eskiyor. Aslında cadde güzel, geniş ama hava karardıkça gün içinde gözümüzden kaçan dükkanların eskiliği belirginleşiyor. Sanırım standart hatamız burada da kendini gösteriyor; "Bir yer tarihi ise eski olmalıdır. Çevresindeki herşey ile birlikte." Etrafta kapanmaya başlamış şekerciler, kebapçılar var. Mevlana türbesine giderken karşımıza bazı takımlar daha çıkıyor. Onlar da ancak zaman bulmuşlar. Türbe öncesi Selimiye Camii var yolumuzda. Tarihi bir önemi olabilir ama ışıklandırma ve önündeki güzel bahçe düzenlemesi dışında çok etkileyici gelmiyor. Mevlana Türbesi ise kapalı. Ne yazıkki tadilat günleri. Ancak dışarıdan ve o karanlıkta bile belli oluyor ki; İyi bir tadilat ile güzelliği net olarak ortaya çıkarılabilir. Umuyorum ki, işinin ehli kişiler ile çalışılıyordur ve umarım tadilat sonrası başka bir fırsatla görebilirim.
Gezi sonrası dönüşe başlıyoruz. Dönüş yolunda fazla anlatacak birşey yok. Aynı yolu geriye yürüyoruz. Belki de tek orjinallik gördüğmüz 2 yabancı. Sanırım almanlar ve üzerlerinde cübbe, kafalarında sarık ve ellerinde asa ile gerçekten değişikler. Fazla bakmamaya, gözümü alıştırmamaya çalışıyorum. Zira işin acı tarafı etrafımızdaki insanlar alışkınlar ki, fazla yadırgamıyorlar......
Akşam yatış ve sabah kalkış.
Sabah güzel bir kahvaltı iyi geçecek bir yarışın habercisi aslında. Sanırım küflü peyniri tatma şansım da oluyor. Hiç de fena değil. Çantalarımızı bizim odaya yığıyoruz. Konuşulmuş, akşam yarıştan dönünce banyo yapmak üzere bir odamızı bozmayacak otel. Bir şansımız da, yarışa gidecek servisler otelimizin önünden geçeceğinden bizi geçerken alacaklar. 8'de araçlar kalkacağından 8.05 gibi otel önünde beklemeye başlıyoruz. 8.15 gibi arıyoruz. Henüz kalkılmamış, hareket ederken arayacaklar. 8.40'a kadar otelde pinekliyoruz. Takıyorum walkmani dışarıda hava alayım bari. Dışarıda dolanırken diğerleri de geliyorlar. Zira hava güzel. Sakin, sessiz, hafif serin bir bahar havası. Sanki giderek ısınacak dersiniz ya, aynen öyle. Yaklaşık 1 saatten sonra araç geliyor, istikamet Aydınçavuş.
Araçlar bizi bitiş noktasına yakın otoparkta bırakıyor. Zaten malzemelerin bırakılması büyük sorundur. Bir de halkın ortasında otoparka bırakın eşyalarınızı diyorlar. Ayrıca start noktası da yaklaşık 15 dakika tırmanış mesafesindeymiş. En sevmediğim şekil bu işte. Finish'te duruyorsun, start çok uzakta. Bitiş alanı Tavusbaba türbesinin yanında. Epey bir satıcı da toplanmış. Biz eşyaları yüklenip başlama noktasına tırmanıyoruz. Eşyaları ısınma alanında bir yere yığıp dolanmaya başlıyoruz. Hem başlama alanının şekil bozukluğundan bir de sanırım hakemlerimizin rahat davranmasından yine bir kargaşa oluyor. Kollarımıza taktığımız kartları ilk hakem noktasına o kadar yakın koymuşlar ki, start süresine yaklaşmasa da herkes kartlarını alıp inceleyebiliyor. İlk startlar ile birilerinin aklına geliyor da, karmaşa durduruluyor. Yine ilk birkaç çıkış ve 10 kadar hazırlık karmaşa halinde. Ancak toparlanılıyor. Sırayla çıkışları izliyorum. Bu kez sonlardayım. (Benden sonra bir tek Sami hocam start alacak.) Yine elinde SI yüzüğü olanların arasında boş boş bakınarak adımları atlıyorum. (Sanırım sıkılalım ve kategorimizde yarışalım diye bize SI vermediler :) ki başarılı oldu... :) ) Start!
Üçgen düz karşı. Çıkarken bakıyorum küçük bir kız çocuğu peşimde :) Diyorum ki, beni takip etme, ben de kayboldum. Alınıyor; beni takip etmiyormuş :) Sonra iç burkan sahne: Küçük bir kız çocuğu bir yandan ağlıyor. Yanında hakem var. Önce dışarıya çıkmaya ikna etmeye çalışıyor, olmayınca sonraki hedefin yönünü işaret edip çıkmak için ne yapacağını söylüyor. Çocuk da bir yandan ağlıyor, bir yandan devam edecekmiş :) İlk hedeften sonra ilk yol kolay aslında. Kuru dere yatağı boyu tırmanış. Bitmiyor, tükenmiyor dere yatağı, hem de sıcağın alnı. Neyse bulunuyor, sonra tepeden tırmanıp yola çıkılmalı, ki yol bir türlü karşılamıyor. Neden sonra yola gelim, yolu takip ve patika karşısı solda kayalık dibi. Tekrar yola dönüş ve iğrenç tırmanma. Uzun zamandır gördüğüm en dik tırmanış. Tırmanış sonu hedef ve aynen geri dönüş. Sudan bir yudum ve yine yol boyu. Burada bir asker oğlan farkediyorum. Beni geçiyor, epey iyi koşucu ama haritayı kaçırıyor. Yoldan çıkmalıydı ki ben çıkıyorum, sonra geri dönüyor ben hedef basıp dönüyorum yola, benim çıktığım yere gidiyor. Sonra yine geçiyor beni düzde, sonra yine harita kaçırıyor. Anlıyorum ki, dedikleri doğru. Bu iş harita olmadan olmuyor. :) Neyse hedefler aynı tempo devam. Sürekli yol üzerindeyiz. Bir sağ tarafa çıkıyoruz, sonra sol tarafa. Sonra yine yola dönüş. 10 veya 11'de kafam karışıyor. Bakıyorum ileride kapı var, telden, arkasında hakem var. Harita sınırına geldim sanırım. Zira haritada kapı görünmüyor. Arada dolanırken haritayı kaçırdım sanırım. Geri dönüyorum, bir daha giriyorum, aynı yer. 3 hedef önceye dönüp yine kontrol noktası ama her seferinde gitmem gereken hedef hakemin diğer tarafında kalıyor, yön kontrolü falan derken en az 10 dakika gidiyor. Şansıma ki, hakemin yanından geçen bir sporcu farkediyorum. Kapı haritada belirli değil veya hakem dolayısıyla ben onu kapı yorumlamamışım. (Haritayı yanlış çizmeyeceklerine göre herhalde hata bende (!)) Basıp geçiyorum, yine hedefler sırayla geçiyor. 14 nolu hedefte Sıdıka abla ile karşılaşıyoruz. Bakıyorum 100. O yorgunlukla 14ten sonra gelmeli 100 diyip geri gidiyorum. Bir 10 dakika daha olmayan hedef arıyorum. Bu sırada kola içip muhabbet eden halka ne sporu yaptığımızı anlatmak durumunda kalıyorum :) İnsanlardan 1 dakika uzaklaşıp da sakin düşünebilince 14'te 100 yazdığını görüp yeniden 10 dakika önceki hedefe gidiyorum. Tabi bu sırada kendi kendime söylediklerimi yazmayayım. Sonumuz youtube olmasın... Ve finish.
Sırayla herkes geliyor. Bu arada son gelenlere kadar süre bazında 2. gidiyorum. Ancak son gelen sonuçlarla önce 5.liğe düşüyorum. Sonra hedef hatası nedeniyle yaklaşık 35 kişiden 25 ile birlikte diskalifiye ediliyorum. Bomboş bir hedefte yanyana hedeflerden yanlış olanına basmışım. Numarasına baktığıma da eminim ama hakemler hata yapmayacağına göre sanırım o yorgunluk ile ben yanlış gördüm... Önce 2.liği, sonra 5.liği kaybetmek biraz ağır tabi ama bu kadar uzun zaman sonra yarışabilmiş ve bitirebilmiş olmak da başarı diyip avunuyorum. Herkes geldikten sonra törenleri izlemek istiyoruz ama otel resepsiyonu saat vermiş? Geri dönmemiz gerekiyormuş. Kös ve kös dönüyoruz.
Duş alımı sonrası yemek tavsiyelerinden Kebabı soruyoruz, o da sadece öğlene kadar yapılırmış. Yine kösüz. Saat olmuş öğleden sonra, sürekli yağmur yağıyor, açıyor, yağıyor, açıyor. Mevlana türbesi tarafını gördüğümüze göre diyoruz ki, Aydınçavuş'a geri dönelim. Mesire yerinde yeriz birşeyler. Sami hocam arkadaşını görmeye ayrılıyor bizden. Dolmuş beklerken Nurcan'ın ayağını sarmış ambulansın şoförü minibüsle ekip bırakmaktan dönüyor. Yolda bizi tanıyor, biniyoruz. Şansımız dönüyor :)
Gittiğimizde törenler henüz bitmemiş. Aslında en güzel yerlerini kaçırmışız yine. Federasyon başkanımız ile konuşmada anlatıyor, ne kadar güzel eğlenceleri kaçırdığımızı ama bizler de en azından kaşık havası dansına yetişiyoruz. Hakikaten izlemesi zevkli, uğraşıyor adamlar. Sonrasında yemek için etraftaki lokantalara, kebapçılara bakıyoruz. Hangisi iyidir ki? Nurcan yoldan birini çevirip soruyor. :) İsmet usta iyiymiş. Oturuyoruz. Arkadaşın İzmir ile bağlantısı da varmış. Hayatımdaki en değişik cacığı (Kese yoğurdu üzerine serpme salatalık parçaları, toz biber ve nane? :) ) ve en iyi adanalardan birini yiyorum. Üstüne de höşmerim geliyor ki, kaymak tadını ve bal tadını alınca, vay be diyorsun :) Çok yüksek olmayan bir fiyat ödeyip kalkıyoruz.
Şimdi 2 ihtimalden biri yine Mevlana Türbesi yönünde zaman geçirmek. Birisi de orada akan su kenarında kahve höpürtümü. Kahve seçiliyor ki şanslı bir seçim olduğu 1 saat içinde başlayan yağmur ile tescilleniyor. Havayı orada karartıyoruz. Yağmur şiddetleniyor. Hatta biz otogara gidene kadar da uğurluyor. Bu arada bahsetmek lazım, pala abimizin kahveler gayet iyi. :)
Sonra otogar faslı, ki iyiki biletleri almışız zira geri dönen takımlar, Selçuk Üniversitesinden evlere dağılan çocuklar ve asker uğurlamaları deli gibi bilet arıyor... Neyse uzatmayayım. Yorgun bir dönüş yolu. Önce hafiften Medya Kralı ile başlıyor, sonu zaten görünmüyor. Bir de bu arada "Dark Wing Duck" var. O apayrı bir konu. :)
Çok uzun bir anlatım oldu farkındayım ama üçe bölmeyeyim istedim. Neyse sonunu kısa tutayım; Haftaya Eskişehir-Türkiye Şampiyonası var. Sonrasında uzun bir Eskişehir anlatımı, umarım bu kez daha çok foto ile süslü.
Selamlar...
No comments:
Post a Comment