Tuesday, January 31, 2012

Kısa bir Üsküp-Tikvesh turu... (1/2)

Merhabalar,



Yine uzun zaman geçti aradan. Yoğun iş programı, faaliyetler derken yazma fırsatı bulamadım. Bu aralıkta neler oldu, yazılabilecek; Ist5Days 2011 mükemmel geçti (1 madalya ile kapattım...) Rotary Gençlik Değişim Komitesi'ne katıldım. (İzmir'e gelişlerinden etkinliklerine kadar birçok anlatacak şey var...) 2 RYLA'ya katıldım (ki Temmuza kadar 3 tane daha var...) Umarım bir fırsatta bunları da anlatırım... Geçtiğimiz haftasonu 4 günlüğüne kısa bir Üsküp turu yaptık. Biraz foto ile bahsetmiş olayım. Gerisini okumayacak ve sadece fotoğraflara bakacaklar için, kısa not; Pegasus'un İzmir - Üsküp uçağı da varken, hem Üsküp çok güzel, hem de vize yok... Mükemmel bir alternatif... Başlayalım bakalım;

3 ayrı aile, 9 kişilik bir grup, İzmir'in çeşitli yerlerinden yola çıkarlar. 14:30 Pegasus İzmir - Üsküp uçağı ile gidilecektir. Şu anda İzmir Adnan Menderes Havalimanı'nda Yurtiçi ve Yurtdışı uçuşlar, Dış hatlar bölümünden yapılmakta. Bu nedenle biraz yoğunluk ve karışıklık görünüyor. Ama tabi İzmir seviyesinde karmaşa. İstanbul'daki standart günlerden daha düzenli bile olabilir. :) Neyse efenim, pasaport kontrolünden sonra İş Bankası Maximum Kart'ın bölümü (Sanırım Lounge diyorlar, gençler... :) ) var. Sandviçler çok güzel. Ayrıca görevli bayanın yardımları inanılmaz. İşbankası'na ayrı teşekkür, görevlisine ayrı teşekkür...



Sandviçler yeniyor, uçağa hareket ki, 14:30'da uçuş başlıyor. Saat farkından dolayı 15:10 da iniyoruz. :) (1 saat geri...) Hemen bavulları teslim alıyoruz ve dışarıda bizi Ergin bekliyor. Merhaba, Ergin; ki kendisi bizi taşıyacak minibüs için gelmiş. Bizi otelimiz olan Meydan (ing. Square) (Üsküp'te meydanda (Ne kadar şaşırtıcı? :) )) Otele getiriyor... (ki, bence "Mehtap Otel") (Fotoğrafını çekmeyi unutmuşum; Neden Mehtap açıklamasını yapayım; Kril alfabesi ile yazımı net bir şekilde Mehtap, arkadaşım...) Manzara mükemmel...



Aslında otelimiz pek bir garip. Bir işhanına giriyorsunuz. Otel, 6. katta yazısı karşılıyor bizi... Asansöre biniliyor. En yüksek kat; 5. Eh, vardır bir bildikleri (Belki de 6 yazılıyordur, 5 okunuyordur? (Gerçi bir Fenerli olarak 6 yazdık mı, 6 okuruz ama, olsun... :) )) 5. Kata çıkılır. Tabelada, merdivenden 6. kata çıkınız, yazar. Tırmanılır. Pozisyonu anlatayım; Merdivenin çıkışında 1 kapı. Zili çalıyorsunuz, içeriden açılıyor. 1 koridor. Sağlı sollu odalar. Ortada, küçük bir girinti alan bırakılmış; Resepsiyon. Koridorun sonu kahve içmek için küçük bir salon. Bu derme çatma yapı; aslında odaların temizliği (en azından 3 yıldız düzeyinde) ve kafeteryanın manzarası (bu mükemmel işte) ile daha da garipleşiyor. İnsan 6. katta bir otel beklemiyor, ki 6. katta bir otelden bunları hiç beklemiyor.



Otele yerleşiyoruz. Sonrasında kısa bir Tragovski Center (Merkezde AVM) gezisi yapılıyor. Biraz alışveriş, biraz dinlenme, para bozdurma (meydanın tam ters ucunda bir yer var.) ve gezinme molası gibi. Bayanlar alışveriş diyor. Acıktım. Tragovski Merkezinden bir parça pizza iyi geliyor ki, yanlış hatırlamıyorsam, 2TL'ye karşılık geliyor. Gayet de lezzetli. (Burada hatırlamaya başladığım gibi Makedonya'da yemek-içmek ucuz. Elektronik-Giyim-vb. genel olarak Türkiye ile aynı. Ama Türkiye'den daha güzel indirim kampanyaları olabiliyor.) Tragovski'de dolaşırken Prof. Dr. Vladimir Radevski hocam geliyor. Birlikte biraz dolaşıyoruz ki, ardından Otelimizin altında, Meydandaki Cafe Trend'e gidip bir Machiato içelim tabi ki...



Cafe Trend, değişik bir yer. Genel bir İngiliz havası var. Her daim kalabalık. Hizmet çok güzel. Dışarıda ısıtılmakta yeri de var. Tabi ki yine ucuz. Birer kahve, birer parça tost ile sohbet ediyoruz. Sonrasında kalkıp hocama misafir oluyoruz. Ebru ve Alexander Ata, karşılıyorlar. Çay içilecek, muhabbet ve Ata ile oyun. Ata çok iyi Star Wars (Lego) oynuyor. Bana da öğretiyor. Sonrasında Tragovski'de Dion Restoran bizi bekliyor. Vardar kıyısında, neşeli ancak karanlık bir yer. Tüm günün yorgunluğu, karanlığın etkisi, biraz da şarap dedin mi, yavaştan uyku geliyor. Uzun bir gece sonrası otele dönüş. Zira yarın (Cumartesi) uzun olacak.



Sabah kalkınca, en önemli ayrıntı; Her taraf bembeyaz. (Aslında biraz geç bile kalmışız. Temizlik başlamış, ancak son beyaz fotoları alıyoruz.) 9'da kalkıp, 9:30'da kahvaltıya iniyoruz. (Burada bir es vermek zorundayım. :) )



Cafe Trend'e iniyoruz, kahvaltı için. Bizi güleryüzlü bir Filipinli karşılıyor. Mükemmel, temiz bir ingilizce, sürekli bir güleryüz ile karşılanıyoruz. Sanki aileden biri gibi, espriler, sohbetler ile giriyor lafa. Bir yandan da, profesyonel bir insan; Neler yiyebileceğimizi, içinde neler olduğunu o kadar net anlatıyor ki, hataya mahal yok. Tam zamanında diyebileceğimiz sürelerle; menüler geliyor, servis açılıyor, sipariş alınıyor, siparişler parça parça geliyor. Herşey zamanında. Bir yandan da sohbet ediyoruz. (Yanlış hatırlamıyorsam; Filipinli bir kızımız, eşi Makedon, gemici olduğu için Filipinlere geliyor, oradan birlikte Makedonya'ya geliyor. Üsküp'te eşiyle yaşıyor ve İngiliz pubında çalışıyor.) Ancak profesyonellik, düzen, beceri ve işini bu kadar sevmek. Yahya abi ile ortak kanaatimiz şu; "Al bu kızı. Herhangi bir yere, herhangi bir dükkan aç. Başına bu kızı koy. Ve gözün arkada kalmasın. Senin işini, senden iyi yürütsün..."



Sonrasında hocam geliyor ve Tikvesh yolları. Amaç, bir şarapevi gezmek. (Belki 3) 12:20 gibi aracımız hareket ediyor. Havaalanı yolundan Köprülü - Velez üzerinden Tikvesh'e gidilecek. İlerlediğimiz yol, doğal alan kabul edilmiş. Doğal hayatı bozacak herşey yasaklanmış. Vladimir hocamın anlattıklarına göre, tüm Avrupa, karavanları ile, bu yol üzerinden Yunanistan'a geçermiş yaz boyunca. Her ne kadar uçurum olsa da, Vardar'ın kenarından doğal güzellikleri seyrederek gidilen bir yol. Hatta, der ki, askerlik yaptığı dönemde karavan yolu o kadar yoğunmuş ki, insanlar saatlerce eski Yugoslavya'nın bu yolu üzerinde dur-kalk giderlermiş. Sonrasında savaş ve yol tamamen kapanıyor. Savaşın bitmesi ile herşey eski haline dönmüyor tabi. Bir de karavan turizmi modasının geçmesi ile yolun işlerliği bitiyor.



Neyse, Velez içinden geçiyoruz. Yine köprüler ve heykeller. Çok güzeller. Ancak onun dışında, Türkiye için köy (veya kasaba) büyüklüğünde bir yer. Uzun süreli zaman geçirmediğimizden fazla da yorum yapmadan bu bölümü atlıyorum. Sonrasında yolumuz Stobi'ye düşüyor. Tikvesh yolu üzerinde bir kazı alanı. (Yeni yeni ortaya çıkmaya başlamış bir şehir.) 2 genç var. Hem biletlerimizi veriyorlar, hem de kazı alanı ve tarihi konusunda bilgi veriyorlar. Oğlumuzun ingilizcesi gayet iyi. Sıkıştığı yerlerde Makedonca'dan hocam yardımcı oluyor... (Stobi Şehri Web Sitesi (İngilizce açılması lazım ama Makedonca açılırsa, sağ üst köşede En yazıyor...))



Anlatılanlardan hatırladığım kadarıyla; O bölgedeki en eski ve en güçlü şehir olduğu biliniyor. 2 nehir yatağının ortasında kalıyor ve bereketli bir bölge. Hatta kendi parasını basacak kadar da güçlü ve zengin. Bilinen,  M.Ö. 6yy'da kurulduğu, çok güçlü bir şehir olarak yaşadığı ve M.S. 6yy'da yaşanan büyük depremden sonra gücünü kaybederek yıkıldığı. Kısa turumuzda görebildiklerimiz, (aslında göremediğimiz) çok ciddi bir mozaik altyapısı varmış. Neden göremediğimiz? Zira kış döneminde (açıkta bulunan) mozaiklerin kardan zarar görmemesi adına, ince, özel bir kumla örtülmesi gerekiyormuş. Gerçekten de temiz ve izlenmeye hazır bir bölge görüyoruz ve yerde özenle serpildiği ve kontrol edildiği belli olan bir kum tabakası mevcut. Altında önemli mozaikler varmış ki bahardan itibaren yeniden temizlenerek ortaya çıkarılacakmış. Kazılarda ortaya çıkarılan, şehir surları haricinde önemli 2 bölüm daha var. 1 tanesi 17 katı ortaya çıkarılmış tiyatro. En yüksek konumunda bize detayları anlatıyor oğlumuz ve 19 kat daha olduğunu söylüyor. Tabi kafa durmuyor. Bulunduğumuz yükseklik kadar daha uzun bir kat olduğunu nereden biliyorlar? Araştırma sonuçları şu; Tiyatro dönemsel olarak işlev değiştiriyor. Önce (en azından) 36 kat olarak yapılıyor ve tiyatro amacıyla kullanılıyor. Sonrasında gladyatör oyunları için kullanılıyor ve ciddi oyunlar oynanıyor. (Hatta bazı taşların üzerinde (loca gibi) o sırada oturacak (rezerve) kişilerin isimleri yazıyor. ) En son olarak da, dini sebeplerle gladyatör oyunlarının sonlandırılması ile tiyatro, şehrin karar meclisi olarak kullanılıyor ki, o zaman doğal olarak 36 kat gereksiz kalıyor. Taşlar sökülerek şehrin farklı yapılarına taşınıyor. Sözkonusu taşlar, o kadar iyi işlenmiş ve hazırlanmış ki, önemli yapılarda kullanılıyor. (Örneğin kilise, din görevlilerinin evleri ve zenginlerin evleri... :) ) Araştırmalarda da bu taşlar bulunuyor. Bulunan 17 katın üzerine, şehrin farklı yerlerinde (aslında yerine oturan) bu taşlar bulundukça da, kat sayıyorlar. Şu ana kadarki buluntular, tiyatronun aslında 36 kat olduğunu gösteriyor. Gerisi kazıldıkça çıkacak.



Başka bir hikaye de, ilk etapta 1 bölme olan dini yapının, önce 2 bölmeye çıktığı, Hristiyanlığın kabulü ile (ki bu sırada tiyatro sökülerek taşları kullanılıyor...) 4 bölmeye çıktığı. Ayrıca kilisenin yanında, havuzu, oyun salonu (zarlar bulunmuş bir oda var... :) ), kiliseye açılan bölmesi bulunan, çok büyük ihtimalle din görevlisinin evi bulunuyor.



Çok güzel bir çalışma yürütülüyor. Dehşet soğuk ve rüzgar altında dolaşıyoruz. Çocukları orada bırakıyoruz ve Şarapevi'ne doğru yola çıkıyoruz.



Bu noktada es veriyorum. Zira uzun yazı oldu. En azından 2ye bölmüş olayım. Siz okurken ben yazmaya devam ederim, 2-3 gün içinde de yayına veririm. Bu arada aşağıda, aralara serpiştirilmemiş olanlar ile birlikte tüm Üsküp gezisi fotoğraflarını bulabilirsiniz. (Ya geçişi takip edebilir, ya da üzerine tıklayarak açılan sayfadan tüm fotoları görebilirsiniz.)

Son notları, sona bırakmak kaydıyla, şimdilik

<<<< 2. BÖLÜM >>>>

Selamlar...


No comments:

Post a Comment