Sunday, February 05, 2012

Kısa bir Üsküp-Tikvesh turu... (2/2)

Merhabalar,



Aslında birinci bölümü yazalı çok uzun zaman olmadı, sadece kısaltmak amacıyla ikiye böleyim demiştim. Şimdi ikinci bölümü de yazmış olayım...
<ÖNCEKİ BÖLÜM> Kısa bir Üsküp-Tikvesh turu... (1/2)




Stobi (Arkeolojik Kazı alanı) şehrinden ayrılıyoruz. 15 dakikalık yol sonrası Villa Marija Şarapevi'ne geliyoruz. Şarapevi'nin özellikleri saymakla bitmiyor. İlk olarak, oranın kurulmasına neden (ilk kuruluş);



Yugoslav Kralı Alexander Karadjorjeviç, eşi kraliçe Marija için çiftlik hazırlatıyor. Kraliçe'nin çiftliğinde yukarıda gördüğünüz kilisede zamanını geçirdiği biliniyor. Hatta olayın dedikodusu da mevcut... Kraliçe burada zamanını geçiriyor. Ancak çiftlik, aynı zamanda kraliçenin yasak aşkı olan koruma komutanı ile de buluşma yeri olarak biliniyor. Hatta rivayet odur ki, kraliçenin ölümü de bundan... :) Sahiplik bu şekilde tamamlanmıyor. Kraliyet yapısının sonlanmasının ardından devlet yönetimine alınıyor ve çalışan şarapevi devlet eliyle yönetiliyor. Tabi zamanla eskime ve kalitede bozulma yaşanıyor. Savaş sonrası, satılıyor ve özel sektör çalıştırmaya başlıyor. Hatta (şu anda ismini hatırlayamasam da) sahibinin üzüm ve şarap konusunda çalışan, Üsküp'te oturan bir Profesör olduğu söyleniyor. (Tahmin edeceğiniz gibi, marka da ilk sahibi Kraliçe Marije'yi işaret ediyor.)



Anlatılması zorunlu ikinci konu; Neden orada üzüm(şarap) bağları var? Başta Villa Marije olmak üzere Makedonya'daki birçok şarap üreticisi orada. Zamanında kralın da farkettiği üzere, bölge, karasal iklim ve akdeniz ikliminin birleşme bölgesi olarak kabul ediliyor. Bu iklim özelliği de; bölgedeki üzümün, dolayısıyla şarabın lezzetinde, kalitesinde farklılık yaratıyor. (Tabi, bu bana söylenen... Şarap kalitesinden anlayan birisi olmadığım için, iletmiş olayım...)



Bir özellik, çevredeki tavuskuşları. Nedenini anlamadım. Sormadım da... Fotoğraflarını koyayım ama bilgi beklemeyin... :)



Villa Marije'nin çalışanı, bizi epey gezdiriyor. Öncelikle fıçıların saklandığı bölgeleri geziyoruz. Yıllarını, şarabın fıçılara nasıl aktarıldığını, şişelenmek üzere nasıl alındığını, fıçıların özelliklerini anlatıyor. Tabi o sırada yazmadığım için sayısal bilgilerin çoğu aklımdan çıkıyor. Ancak hikaye aklımda. :) Yukarıda gördüğünüz fıçının üzerinde dikkatli bakılırsa belki görülebilecek girintiler var. Hikaye o ki, dünya savaşı sırasında Alman askerleri bölgeye geliyorlar. Ünü biliniyor. Fıçıların olduğu yere giriyorlar ve şarap içecekler. Vandallık o ya, adam gibi kapağını açmak yerine, birisi tabancasını çıkarıyor ve ateş ediyor fıçıya... (Filmlerdeki; delik açıp kahkalar atarak fıçıdan boşa akan şaraptan ağzını dayamadan içme modeli...) Ancak fıçılar o kadar sağlam ve kalın bir tahtadan yapılıyor ki, delmek şöyle dursun, adam gibi bir zedeleme bile olmuyor. (ki hala aynı fıçılar kullanılıyor. Yeni fıçılar da benzer şekilde hazırlanıyor.)



Sonrasında bize hazırlanmış sofraya geçiyoruz. Fotoğraflarda da göreceğiniz üzere ordövr tabağı, et yemeği ve tatlı ile mükellef bir yemek geliyor. 6 çeşit şarap. İçme şekilleri, sırası ve anlamamız gerekenlerin anlatımı ile mükemmel bir ambiyans içinde, mükemmel bir yemek yiyoruz. Bu arada içtiklerimizin fotoğraflarını da görebileceksiniz; Beyaz, Rose (Bayanlar içiyormuş :) ), Vranec (Standart kırmızı), Henüz şişenmemiş, marka kararı verilmemiş bir kırmızı şarap ve Villa Marije'nin en iyi şarabı Mavi Kan. (Bir de başlarken dezenfektasyon amacıyla alınan Rakija (Makedon rakısı) var :) ) Hepsi birbirinden güzeldi. (Ayrıca en güzel tarafı da; bu ambiyans, sofra, içecekler, ilgi karşılığı kişi başı 35TL karşılığı Makedon dinarı.)



Villa Marije'dan ayrılmadan önce anlatmam gereken bir not daha var aslında. Adamların işlerine olan hevesleri ve hazırlıkları. Bizim çocuklardan birisi, mahzende görevliyi dinlerken fıçıların kalınlıklarını görmek, tahtayı tanımlamak adına parmağıyla fıçılara vuruyor. Konuşmanın ortasında görevlimiz susuyor ve hemen onu durduruyor. Söylediği şu; "İçeride şarap uyuyor. İyi bir şarap olması için çok sessiz, çok rahat bir ortamda, rahatça uyuyabilmeli. Şarap bir bebektir ve iyi olması için iyi dinlenmesi gerekir." Anlatırken ki yüzünü görseniz, bu cümlelere ne kadar inandığını ve ne kadar zevkle takip ettiğini daha rahat anlardınız.



Sözün sonu, oradan çıkıyor, Üsküp'e dönüyoruz. Yorgunuz, yemiş ve içmişiz. Herkes uyukluyor araçta. Otelimize dönüyoruz. Biraz dinlendikten sonra Üsküp'ün lüks lokantalarından birisi sayılabilecek Lila'da yemeğe gideceğiz. (Siz söylemeden, ben söyleyeyim; Evet, oraya yemek-içmek için gittik. Evet, İzmir'de açtık... :) ) Lila, özellikle şöminesi ile çok güzel bir atmosferi olan, hocamızın bize kuzu yemeğini tavsiye ettiği, şık bir mekan... O kadar yemek ve içkiden sonra tabi bizim için ambiyans ve müzik etkileyici. 5 kişilik bir müzik grubu var, başında Asteriks. Hocamız bize Türkçe ve Balkan dillerde söylenen şarkıları derlemiş. Müzisyenler çaldılar, bizler söyledik. Gece orada, o şekilde tamamlandı.



Otelimize döndük. Sabah kalktık. Bugün Üsküp Vodno dağına çıkacağız. Büyük bir haç yapılmış. Aynı zamanda kar-kayak merkezi. Çift katlı bir belediye otobüsü ile hem hacı görmeye, hem de kar oynamaya gidiyoruz. Güzel bir yer. Neşeli bir teleferik macerası. Üstüne kar oynadık, sıcak çikolata falan derken aşağıya iniyoruz. (Asıl espri burada başlıyor. :) ) Otobüse koşarak gidiyoruz. Kalkış saati gelmiş, kıprayacak ancak zaten içerisi ana baba günü. Zorla kapıları kapatıyor. Bir sonraki otobüs 1 saat sonra kalkacak... O sırada oturacak yer yok. Başka otobüs yok, minibüs seferi yok. Taksi durağı bile yok... :) (Herkese anlatırken şöyle diyorum. Türkiye'de olsa, 1 saatte bir araç olsa, hemen minibüsler dolar, hemen "Abi, merkeze gidiyoruz" cular çıkar, taksiler birbirini yer. Ama orada yok. :) Hocamız, aşağıdan bir taksi durağını arıyor. 3 tane araç gönderiyorlar. Doğru, Üsküp Merkez McDonald's :) (Bu arada tutar yaklaşık 200 Dinar = 6TL falan :) )) Gün biraz Tragovski gezisi, biraz Börek, bir kafe içelim, sonrasında da akşam hocamızın evinde mükellef bir sofra sonrası Alexander Ata ile oynamak ile bitiyor.



Son günümüzde çok da geç olmadan kalkıyoruz. Üsküp'deki son kahvaltımızda Filipinli kızımızla vedalaşıyoruz. Sonrasında biraz Tragovski gezisi. Meydanda son fotoğraflar. Sonrasında Üsküp Türk tarafına geçiyoruz. Kısa bir çarşı gezisi sonrasında meşhur Destan köfteye gidiyoruz. Zamanımız az, hızlıca köftemizi de yiyoruz ki, gerçekten çok zevkli bir köfte imiş. Hocamızla vedalaşıyor, havaalanına gidiyor ve bu kısa Üsküp turumuzu tamamlıyoruz.



Son bir paragraf yazmak gerekirse. Çok şanslı bir bilet alımı idi. Pegasus (IzAir) Izmir-Üsküp arası direkt seferleri başlatmış. Yani 1:20 saat ile karşı tarafa geçebiliyorsunuz. İstanbul aktarması gibi saçma bir durum kalmamış. Üstelik bir de indirime denk gelince, çok şanslı fiyatlara uçabiliyorsunuz. Üstüne Üsküp'ün hem güzel, hem de ucuz yapısı, hızlı ve ucuz bir tatili sağlıyor. (Tabi bizim Vladimir hocam şansımızdan da bahsetmek lazım. Bu vesile ile, okuyorsanız, herşey için tekrar teşekkürler...) Aşağıdaki fotoğraflara bakabilir, sorunuz olursa, yorum ile sorabilirsiniz.

Selamlar...

Not: Sonu kısa bitti ama uzuuuuun şarapevi bölümünden sonra siz de sıkılmışsınızdır... :)


No comments:

Post a Comment