Wednesday, February 27, 2008

Metropolis - Keçi Kalesi - Sağlık Köyü

Parkur: Metropolis - Keçi Kalesi - Sağlık Köyü
Grup: DEDAK (Dokuz Eylül Dağcılık Kulübü) - B Grubu
Tarih: 24/02/2008
Hava: Açık/Güneşli/Sert rüzgarlı



Sabah 6:30'da kalkıyorum. Hatta 6:15 gibi gözler açılıyor. Biliyorum dışarısı karanlık. Perdeyi açmadan, hatta aralık perdenin arasından bakmadan kalkıyorum. Çünkü biliyorum; dışarısı soğuk, karanlık, kimkimse yok. Yani moral bozmak ve yatağa dönmek için İzmir bana hertürlü koşulu sunuyor :) Ama moral bozmak yok. Kalkılacak, yürüyüşe gidilecek. Hatta geçtiğimiz hafta yaşananların şanssızlık olduğunu ispat etmek için bu sabah bacağım kırılsa kalkılıp yürünecek, çünkü "zor geldi de gitmedim" bahanesini kullanma şansım olması için bir süre gitmeliyim. Her hafta bir sorun çıktı. Bu hafta benim dışımda sorun çıkartacak birşey kalmdığına göre neden kendimi bundan mahrum edeyim ki?

Neyse, sabah kalkıyorum... Çantamı akşamdan hazırladım sayılır. Tüm malzeme çantanın yanına dizilmiş, çantaya alım sırasında yerleştiriliyor, bir yandan da malzeme listesinde üzeri çiziliyor. (Fotoğraf makinesini unuttuğum gün aklımda hep. Vücuduma ve beynime güvenmek özellikle bu konularda çok sakıncalı. Sanırım bana güvenecek bir beyin lazım. :) Hafızası iyi durumda, az kullanılmış, hı? ) Neyse, çanta tamam, kıyafetler tamam. Bu arada tost makinası ısınmıştır. İçine ısıtmak üzere börek konulacak ki, bu sırada öğlen yemeği tostu hazırlanacak (Müyendis beylerin Paralel Processing dediği olaydır bu işte. Kim demiş OpSys hayatımız etkilemez diye :) ), ki tost hazırlamak ve suları doldurmak uzun işler olduğundan bir yandan ısınmış böreği yemek bile bu süreçte değerlendirilir. Servis 7:15'de Üçkuyular'dan kalktığına göre sanırım 7:15'de evden çıksak yetişiriz, ki son 15 dakika. Diş fırçalamaya zaman var. Bu arada atalarımız "Tam 2 dakika" diyordu, yaşlılar hatırlar tvden. Gerçi at da sayılmam ama diş fırçalarken 15 dakikam nereye gitti??? 7:15 itibariyle çantama son bakışı fırlatıp, toparlanıp kendimi dışarı atıyorum.

Hmmm, sanırım özlemişim bu mereti (Zardanadam'ın başka bir amaçla yazdığı bir şarkı ama apartmandan dışarı çıkınca, tam hissim bu. Özlemişim bu mereti. Dışarısı yeni aydınlanmış, havada pis bir koku var ama sanki şu anda başlayan güneşin ilk ışıkları ile gecenin şehre getirdiği pislik temizlenecek, ve herşey yeni başlıyor hissi. Sanki şehrin tüm havasını temizleyeceğiz birazdan, sadece kendi ciğerlerimizi değil. ) Koşar adım, İzmirspor köprü altına gidiyorum. Etrafta birçok kişi var. Hepsinin sırtında çantalar. Bugün İzmir yürüyor sanırım. Tanımadığım birçok kişiyle selamlaşıyoruz. Ne de olsa sırtçantam kardeşliği. Neyse, araç geliyor ve Konak'a hareket ediyoruz.

Konak'da misafirim olarak Berna biniyor. Sonrasında, geç kalan Aslı da katılıyor. (ki ben geç kaldım mı 10'da uyanıyorum. Başkası geç kaldığında otobüse Konak'ta yetişiyor. Gençlik böyle birşey olmalı...) Yol boyunca herkesin beynini ütüleyerek sabah sabah uyanmalarına yardımcı olmaya çalışıyorum. Tamamen amme hizmeti. Bu arada resmi olarak DEDAK üyesi olduğumu gösterir kartımı İsmail beyden alıyorum. Artık resmi olarak üyeyim, gevezelikten üye çıkartma gibi bir kuralları yoksa artık benden kurtulamazlar. :)

9:15'de çay molamızı yapıyoruz. Kısa, neşeli bir sohbet eşliğinde (ki biraz da Berna'ya ekip tanıtım toplantısı gibiydi.) çaylarımızı içiyoruz. Selçuk bey'den ilk vaatlerini alıyoruz. (İlk sızan bilgiler arasında DEDAK'a deniz getirme projesi var. Sanırım sonrasında da DEDAK'a havaalanı yapacaktır. :) ) Tekrar araçlara doluşup kısa bir yolculuk ile Metropolis'e gidiyoruz.

10:00'da Metropolis'deyiz. Kendimi bildim bileli çalışmaları devam eden arkeolojik kalıntıları (veya adı herneyse) görmek için uğraşmam. Bu tür geziler de olmasa tarihi mekanlardan bihaber bile yaşayabilirim. Ama bilmiyorum tabi, bu benim fikrim. Mutlaka oradan da aldıklarım var. Ama nereye kadar tabi... Neyse, hocamız sağolsun anlatıyor, bol fotoğraf çekiyor, biraz etrafı inceliyorum. Aslında içim biraz da uzun zaman sonra ilk kez geldiğim yürüyüşün başlamamasından karışık. Hadi diyorum, başlasa da gitsek... 10:35'de servise biniyor ve sanki saatlerce sürmüş gibi gelen yürüyüş başlama noktası yolumuza çıkıyoruz.

11:00 ve sonunda başlama noktasındayız. Yürüyüş uyarılarını alıyoruz. Bu sırada çantaya son bakışlar ve sonunda hareket. Çok geniş bir patika ile hafiften tempo bulmaya başlıyoruz. A grubu, B grubu birlikte yürüyerek başladık. Soyunun komutuyla titreyen terli bedenlerimizde kalplerimiz korkak serçeler gibi hızla atmaya başlamıştı. Eeee, düşününce yaklaşık 100 kişiden bahsediyorduk. :) :) :) Tabi, soyunduk :) :) :)

11:45'de ilk molamıza kadar kayalık, kolay-orta zorlukta bir tırmanış yapmış, biraz neşemizi bulmaya başlamıştık. Molada su ihtiyacımızı gidermiş, canlanmış, Keçi Kalesi'ni gözümüze kestirmiştik...

12:15 Keçi Kalesi zamanı. Belki de Keçi Kalesi'nden kalanlar demeliyim. Burada not düşelim. Keçi Kalesi'ni görmek isteyenler acele etmeli. Çünkü birkaç yıla kadar birşey kalmayacak. Büyük bir bölümü yıkılmış. (tabi ki kendi başına değil, o konuda da bütün becerimizi göstermişiz. Büyük bir bölümünü sanırım elimizle yıkmayı başarmışız.) Bu yüzden Keçi Kalesi'ni görmek isteyenler, hala şansları varken, gidip görsünler. En azından arta kalanları...

12:55'deki öğle yemeğine kadar kısa bir yürüyüş ve sonrasında uyku zamanı :). İşin şakası bir yana, yemek faslı başlıyor. Güzel, muhabbetli bir sofra sonrasında hem motoru biraz soğutmak adına, hem de uyku pozisyonuna geçen arkadaşlardan yeme ihtimalim olan dayaktan korkarak susuyorum. Yaklaşık 8-9 kişilik gruptan tümden yayılıyor, uyuklama düzeninde yerleşiyoruz. Bu sırada kaçırdığımız güzel bir öğle yemeği sonrası eğlencesinden dönünce haberimiz olacak. Neyse, sanırım soğuk rüzgarın ve yoğun güneşin birleşimi herkeste uyku etkisi yaratıyor.

14:15'te B grubu çıkıyor bağırışları ile ayaklanıyoruz. Sessiz, yarı yorgun bir yürüyüşe başlıyoruz. Nedense zevksiz bir yol. Dümdüz ovadan yürüyoruz. Her tarafta yerde saplanmış taşlar. Ya kayalık olsun, ya toprak diye düşünüyorum. Tabi doğa beni dinlemiyor. Zaten ne zaman dinledi ki? (ki daha ben kendimi dinlemiyorken, o beni dinlese zaten saçma olurdu. Akıllı kadın bu, tabiat ana...)

Biraz sonra kayalık ince bir patikadan aşağıya iniş başlıyor. İşte bu biraz neşemizi yerine getirecek. Zira ince bir patika, bir taraf uçurum, çok sert bir rüzgar, yer kırık taşların olduğu kayalık... Tamam, bu bizi biraz idare eder. 15:15'e kadar inişimiz sürüyor. Bu anda 10 dakika meyve molası. Sonra kısa bir iniş daha. Ve 15:50'de otobüs öncesi son mola.

Otobüslere giderken geçirdiğimiz ezilme tehlikesine kahkahalarla gülüyoruz. Bir daha grubu eğlendirmek için direkt dağdan yuvarlanmayı düşünüyorum. (İşin şakası bir tarafa, korkutmak için son ana kadar arkamdan sessiz gelerek, son anda korna çalıp beni zıplatan motorsiklet sahibi genci buradan da tebrik ediyorum. Burayı okuması imkansız ama bunu yaparak yürüyüşten dönen o kızları çok etkileyemediğini söyleyebilirim. Sanırım böyle bir amacı varsa önce o motoru değiştirmeli veya o kafasındaki dev, biçimsiz kaskı değiştirse bundan sonraki Yürüyüş gruplarında şansını arttırabilir. :) Neyse, yürümeye o tarafa giderseniz ve yanınızda bayanlar varsa, bu arkadaşa dikkat... :) :) )

Otobüslere biniyor ve yine İzmir'e götürülüyoruz. Bu kez içimde bir gariplik var. Bu kadar zaman sonra yürüdüğüm için mutluyum. Yürüdüğüm grupla çok eğlendiğim için mutluyum. Yürüyüş temposu ve düzeninden çok memnunum. Kendimi dinlenmiş de hissediyorum. Ama dönerken nedense birşeyler eksik??!?!? Kendimce bazı nedenler buluyorum. Kısa sürdü, parkurun çevre güzellikleri konusunda (?!?! bilmiyorum) sorunlarım var, öğle molasından sonra yürüdüğümüz düz yoldan çok hoşlanmadım ve sanki biraz daha fazla konuşabilirdim (tamam, bu şakaydı...). Dediğim gibi birşeyler eksik kaldı aklımda. Tam da isimlendiremiyorum. En azından şu garanti: Tamam bu parkuru ve Keçi Kalesi'ni herkes bir kez görmeli. Ama sanırım bana bir kere yetti? (Kendime notlar: Ulaş, Önümüzdeki sene bu parkurun olduğu hafta için başka bir parkur bakabilirsin...)

Bu arada zorluk konusunda not düşmeden olmaz: Dönüşteki rüzgarın da etkisi ile, dönüş yolunun yaklaşık yarım saatlik bölümü orta ve üzeri zor sayılabilir. Onun dışındaki zamanlar için B grubu parkurunu kolay, belki nadir anlarda orta zorlukta düşünülebilir.

Aklımda kalanlar, ne yazıkki sadece bu kadar...
Görüşmek üzere,

Not: Tabi ki Salih abimize çok selam... :)

Metropolis - Keçi Kalesi - Sağlık Köyü (~15 km)
Servis Hareket _________________08:00
Çay Molası _____________________09:15
Metropolis molası ______________10:00
Metropolis'ten hareket _________10:35
Hareket ________________________11:00
Mola(10dk) _____________________11:45
Keçi Kalesi(15dk) ______________12:25
Öğle Yemeği(80dk) ______________12:55
Mola(10dk) _____________________15:15
Mola(10dk) _____________________15:50
Bitiş __________________________16:15
Servis Hareket _________________16:30

Çektiğim fotoğraflardan bazıları:


Photobucket albümüne erişim:
:http://s240.photobucket.com/albums/ff299/XtrmPrgrmmr/DEDAK%20-%2020080224/

Flickr albümüne erişim:
http://www.flickr.com/photos/xtrmprgrmmr

Friday, February 22, 2008

Mavrova Günlüğü - 2

Mavrova'ya geldiğimizde uyuyordum. Hem yolun uzunluğu, hem karanlık, hem daha önce bahsettiğim eskilik hissini yaratan otoban, hem de tüm gün yolculuk sanırım yormuştu. Yolun bir noktasında kaçırmışım. Beni dürttüklerinde görevimi biliyordum. Acilen arabadaki herşey ve herkes eve taşınacaktı. Hızla arabadan indim. Dev bir bavulu yüklendim ve eve taşıdım. Bu arada (sanırım evdeki sıcağın etkisiyle) beynim çalışmaya başlamıştı. O anda nasıl olduysa biraz düşünmeyi başardım. Arabadan beni indirdiklerinde farketmemiştim. Dışarısı kar içinde idi. Arabadan karın içine inmiştim. Dışarısı soğuktu. Eldiven, bere aklıma gelmediğinden cebimde duruyordu ve sanırım donuyordum... Neyse, insan arada beyni olduğuna sevinebiliyormuş. :) Eldiven, bere, paketlendikten sonra dışarı çıkıp eşyayı eve yığmaya devam ettim. (yani ettik. tabi burada ben anlattığıma göre 1. tekil...) Tüm eşyalar eve yığıldığında, işte o anda ben de Mavrova'ya gelebilmiştim. Aşırı üşümekten midemi kastığımdan ve açlıktan, artık eşyalar taşındığına göre vücudumu dinlemek hakkına da sahip olduğuma göre içim bulanıyordu. (yani artık içimin bulandığını farkediyordum. İnsanın işinin olmamasının zararı burada çıkıyor işte...)

Ve orman kanunları. Erkekler kas gücü gerektiren işleri yapıyorlar. Eşya taşıyorlar. Evde kadınlar yemek hazırlıyorlar. O anda güzel göründüğünü söyleyebilirim. Hepimiz açız, (İzmir'li olduğumuz için sanırım) donmuşuz, hatta erkekler olarak yorgunuz ve sıcak ekmek, sıcak çay, peynir, zeytin ve reçelden oluşan gece kahvaltısı. Anlatmak zor. Yaşayanlar anlamıştır. Geceyi uzun bir muhabbet ile tamamlıyoruz. Sonrasında uyku saati.

Bundan sonrasını aklıma gelenler ve aklıma gelen sırada anlatmaya çalışacağım. Zira üzerinden çok zaman geçtiğinden olayların sırasını ve bazı günlerin bazı anlarını net hatırlamıyor olabilirim. Aklımda direkt yer eden bazı olaylar olarak devam edelim.

İlk sabahtı sanırım. Vladimir hocamla eve ekmek almaya çıkıyoruz. (Evet, eve aş getireceğiz. Tam dağ adamı oldum. :)) Bir süre yürüyoruz. Vladimir hocamın tecrübelerini dinlemek büyük şans. Ayrıca normalde doğa yürüyüşü sever bir kişi olarak bir yere yürüyerek gitmenin zevkini yaşıyorum. 2 tane bakkal (Makedonlar ne diyorlar hatırlamıyorum, ama bizim bakkal işte) geçiyoruz, kapalı. Hocamın tavsiyesi ile yürüyüşü kesiyor, eve dönüp araç alıp tekrar yola çıkıyoruz. Bu kadar lafı niye anlattım peki. Burada birinci konu, sabah 8de kalkıp, karlar arasında yaptığım muhteşem yürüyüş. İkinci konu, Makedonya'nın muhteşem ekmeği. Türkiye'de artık ancak köylerde yiyebildiğiniz, şehirlerde neredeyse rastlamanız mümkün olmayan lezzetli bir ekmeği var Makedonlar'ın. Karşılığında hocama Türkiye'de nohut ekmeği sözü vererek küçük gezimizi tamamlıyoruz.

Giderek yaşlanıyorum herhalde. Sonuçta neler olmuştu, tam kalmamış. Bir de akşamlar var sanırım bahsedilmesi gereken. Giderken hep onu düşünüyordum. Sonuçta yaklaşık 31 senedir bilfiil şu hayatın içindeyim ve neredeyse hergün televizyon ile geçiyor. Giderken hep onu düşünüyordum. Bir insan grubu ne yapar ki tv olmayan bir yerde. (Hem de 4-5 akşam boyunca?!?!) Orada öğrendim ki bana çok uzak değil... :) Konuşalım. Akşamdan sabaha, sabahtan akşama konuştum. Beni birebir tanımış olanlarınıza ne kadar mutlu olduğumu anlatmam gereksiz sanırım. (Hatta bir akşam yaklaşık aralıksız 4-5 saat konuşmuşum :) Tanrım, ne saadet... )

Peki, kayak merkezine kadar gidilip kayak nasıl bir şeymiş, denemeden dönülür mü? Evet, dönülür. Hiç uğraşamam, yok kayak takılacak, yok batonlar, bilmem ne. Bu yaştan sonra yerlerde sürünmeye gerek yok...

Neyse, dediğim gibi sanırım erken bunama böyle birşey. Üzerinden neredeyse 1 ay geçmesi de bir etkendir:) Ayrıca 2 gün önce gittiğim Doğa yürüyüşünü de anlatmak istiyorum. 1-2 gün içinde onu da yazalım. (Belki daha sonra aklıma neşeli birşeyler gelirse Mavrova Günlüğü-3ü de yazarız.)

Çektiğim fotoğraflardan bazılarını aşağıda bulabilirsiniz.



Photobucket albümü:
http://s240.photobucket.com/albums/ff299/XtrmPrgrmmr/MAVROVA%20-%2020080125/

Flickr:
http://www.flickr.com/photos/xtrmprgrmmr

1-2 gün sonra Keçikalesi Yürüyüşü Notları ve Fotoğraflarında Görüşmek üzere,

Wednesday, February 13, 2008

Mavrova Günlüğü - 1

Merhaba,



Çok detay verilecek bir gezi değildi. Malum benim dışımda çok kişiyi içeren bir gezi. Öyleyse çok detay vermek doğru olmaz. Öyleyse gördüklerimi ve yiyip-içtiğimi anlatayım.

Üsküp Havalimanına inmeden önce aslında anlatılacak şeyler var. Pencere kenarı merakım yoktur aslında uçakta. (Hele ki grupta bulunan herkes pencere kenarı için birbirini eziyorken :) ) Ama ilk kez uçakta pencereden farklı bakmayı başardım sanırım. Aşağıda (ki artık yeteri kadar aşağıda değildi.) bulutlar vardı. Ve bulutların arasında tepeler. Tam çıkmalık, tam tırmanmalık. Aşağıda düz alanlar, yerleşim yerleri, hiçbirinin anlamı yoktu. Ve belki de ilk kez bir uçuştan bu kadar zevk aldım. Biliyor musunuz, İstanbul'dan Üsküp'e kadar belki de onlarca tırmanılabilecek doğa yürüyüşü (trekking) parkuru var. (Dağcılık bilmediğim için o konuda yorum yapamayacağım :( ) Ama hafif kar yağmış, dorukları, bir bölümü ağaçlık, bazı yerleri kayalık tepeleri gördükçe, insan aslında ünlü repliği söylemek istiyor: "Sağda müsait bir yerde..."

Neyse, Üsküp'e iniyoruz. Üsküp Havalimanı çok güzel, küçük bir havalimanı (Alexander, The Great). Eski Türk filmlerindeki gibi uçaktan inip yürüyerek limana giriş yapıyorsunuz. Hani aileniz falan camdan bakar da, siz koşarak alana girersiniz, işte öyle. Hızla alana giriyoruz ve pasaport kontrolü. Eşim benden önde tabiki. Onun pasaport kontrolü oluyor, hızla geçiyor. (Sürekli geliyor ne de olsa.) Ama ben şüphe arz ediyorum sanıyorum. Diyalog şöyle:
Polis: Hoşgeldiniz. Nereye geldiniz?
Ben: Üsküp
P: Neden?
B: Tatil?
P: Üsküp'te ne tatili?
B: yani Mavrova'ya?!?!
P: Mavrova'da ne yapacaksınız?
B: Kayak?!?!? (Bu arada belirteyim, Mavrova, Üsküp'e çok yakın ve çok ünlü bir Kayak/Tatil merkezi?!?)
P: ... Olabilir.
B: eeee, teşekkürler?!?

Dediğim gibi sanırım şüphe arz ediyorum. Kısa bir sorgudan sonra, bavul alımına geçiyoruz. :) Bavullardan alabildiklerimizi alıp (ki bu ayrı bir olaydı,) dışarıda bizi bekleyen hocamıza seyirtiyoruz. (Sağol Ferhan ŞENSOY) Hocamı belki de bir yıldan uzun süredir görmedim, insan özlüyor. Sanki aradan birgün bile geçmemiş gibi, Profesör Radevski (ya bundan sonra yüzüne söylediğim gibi Vlademir hoca diyeyim, zor olacak) büyük bir samimiyet ve özlemle karşılıyor. Ve tabiki yapacağımız (yapabileceğimiz, yapmak isteyeceğimiz) herşey düşünülmüş, olabilecek en iyi şekilde planlanmış. Araçlara yerleşip Üsküp'e yola çıkıyoruz.

Üsküp aslında ayrıca anlatılması gereken bir deneyim. Uzun uzun anlatılabilecek bir yer. Ve tabi ki, bir mühendis ile değil, bir şairle gezmelisiniz. Üsküp eski bir Doğu Avrupa şehri. Sanırım bu terim, beni bir çok betimlemeden kurtarıyor. Okuduğunuz tüm kitapları düşünün. "Eski", "Doğu Avrupa", "Avrupa", "Şehri"; terimlerinin anlattığı herşeyi görüyorsunuz. Sisli, puslu, kirli, sessiz, yorgun bir şehir Üsküp. Ve Üsküp'dekiler de; Avrupa'lılar, ama yorgunlar. Gülüyorlar ama mutsuz hissettiriyorlar. Ancak kızgın değiller. Durumlarını biliyorlar. Yapabileceklerini yapıyorlar. Daha fazlasını hakettikleri anlarda bile, belki de olabileceğin en iyisini, kendilerine verilebileceğin en iyisini aldıklarından eminler. Kızmıyorlar. Bilmiyorum. Belki daha fazla şey hakediyorlar. En azından bu sakinlik, dinginlik ve olgunlukla daha fazlasını hakettikleri kesin. Burada ortaya çıkıyor zaten. Savaşçı toplum ve tarım toplumu farkı belki de.

Makedonlar, tarım toplumu. Yıllarca başarılı ve düzenli bir sosyalizm ile yönetilmişler. (Bu sosyalizm iyi veya kötü durumu değil. Sadece sosyalizm veya benzeri bir yapıyla yönetildiklerini ve bu yönetimi iyi uyguladıklarını söylüyorum. Bu yönetimin seçilmesi doğru mu? O ayrı bir tartışma konusu...) Çok şey vermişler. Çok şey almışlar. Onlarad hep, "Siz verin, devlette size verecektir" denmiş ve işin orjinal yanı; "İKİ TARAFTA SÖZÜNÜ TUTMUŞ" (Verginizi verin, yol-su-elektrik hesabı :D ) yani bence. (Sosyolog değilim tabi ama sanki güzel biryer. (güzellik, görsel değil...))

Neyse, Vladimir hocamızın küçük gezisi ile Üsküp'ün en kritik sayılabilecek yerlerini hızlı bir tur attıktan sonra, kendisinin hazırladığı börek ve kekleri yemek, o özel hazırlanmış çayı içmek için evine gittik. İşte burası eğlenceli ama anlatmam mümkün değil. Yaşanması gereken bir Alexander Ata Radevski deneyimi. Hocamızın küçük oğlu ile yaklaşık 1-1,5 saat süren bir eğlence fırtınası. Anlatmak mümkün değil, hatta Üsküp'ten aklımda Ata ile geçirdiğim 1 saat ve o mükemmel çay kaldı desem yeridir. Ha bir de kaybolMAma meselesi var ki, kaybolmamış birilerini arayarak geçirilen bir 20 dakika. Nasıl anlatsam, mümkün değil.

Kısa bir Tragovski gezisinden sonra (Tragovski Center Üsküp merkezinde bulunan bir alışveriş merkezi. Türkiye'deki alışveriş merkezlerine göre biraz eski de olsa, aynı anlamda değerlendirilebilir.) bir kafe (Machiatto konusunda tüm Makedonya'da büyük bir ısrar var. Sanırım bu kahvenin ithalatını yapan yaşamıştır.) molasından sonra uzun bir alışveriş günü ve sonrasında yola çıkış. Saat 6-7 oldu. Sanırım akşam yemeğini gece yemeği olarak Mavrova'da yiyeceğiz. Neyle karşılaşacağımı İzmir'de yaşamış birisi olarak tahmin edemezdim tabi. Neyse, bunu yazmam 2 gün sürdü. Şimdi yayına açayım. Diğer parçayı yazmaya devam ederim ve fotoğraflarla açarım...

2. parçada görüşmek üzere...

Saturday, February 09, 2008

Orienteering - 5

Tekrar merhaba,

Kısaca bahsedelim. Bugün DEDAK-Orienteering olarak Sami hocamız, ben, Aslı ve aramıza yeni katılan Aslı'nın arkadaşı Can ile 4 kişi çalışma yaptık. Sanırım paralel devam eden Bozdağ kampı katılımı düşürdü. Neyse hem katılımın azlığı hem de yağan yağmur planlarımızı değiştirdi.

Tempolu yürüyüşle harita tanıma ve parkur tanımlama üzerine yaklaşık 2 saat süren bir çalışma yaptık. Haritadaki özellikle yükseltilerin gerçek hayattaki saldırı noktalarına çevrilmesi konusunda sanırım biraz daha çalışmam lazım. Neyse hafif yağmur altında sürekli haritayı tartışarak ve biraz da tempo yaparak kısa neşeli bir çalışma yaptık. Akılda kalanlar; Can'ın bu işe devam edecek olması, yükseltilerin saldırı noktası olarak seçilmesi konusunda çalışmam gerektiği, yağmur yağmasının orienteering'de çok sorun olmadığı, fotoğraf çekmeyi unuttuğumuz (ki çok güzel fotoğraflık anlarımız oldu.) ve Karşıyaka'da tepede dev bir top olduğu.

Neyse, çok uzun anlatacak birşey olmadı. Bunları çalıştık döndük. Gelecek hafta daha güzel ve kalabalık bir eğitim olur umarım. Yarın ki Balaban deresi-Roma Hamamları yürüyüşü notlarında ve sonrasında Mavrova notlarında görüşmek üzere...

Thursday, February 07, 2008

Orienteering - 4 (Harita antrenmanı)

Tekrar merhaba.

Bir harita daha...
Bu kez Australian Orienteering sayfasından. Yeni başlayanlar için haritada renklerin ne anlama geldiğini anlatan bir sayfada Belair Ulusal Parkı'nda bir Orienteering parkuru örneği koymuşlar. Ayrıca renk bilgisi için incelenebilir: http://www.orienteering.asn.au/newcomers/themap/



Şimdi gelelim benim parkura:

S-1: Pusula yoluyla ilk noktaya varılabilir. Ayrıca sanırım göl kıyısındaki açık alan saldırı noktası olarak kullanılabilir.
1-2: Göl kıyısından ilerleyip çevirip sanırım direkt pusula yardımıyla çıkmak yeterli olacak. Çünkü her ne kadar patika-yol görünse de yükselmenin hafif olması ve açık alan olması koşunun zor olmayacağını direkt hareketin mümkün olduğunu gösteriyor.
2-3: Biraz yorulduğumuzu tahmin ediyorum. Yol tarafındaki (Saldırı noktası) patika yolundan 3 nolu noktaya varabiliriz.
3-4: Yeterli dinlendiğimi tahmin ediyorum (Sanırım sıkılmış bile olabilirim) direkt parkur en iyisi. Zirveyi saldırı noktası yapıp, Sonrasında yukarıdan patikaların kesişme noktasına inilebilir. Ayrıca zirvenin patika yönünün açık alan olduğunu düşünürsek sanırım kesişim noktası rahat bir saldırı noktası olacaktır.
4-5: Sanırım patikayı takip etmek hem dinlenmek açısından hem de ileriki noktalara güç saklamak açısından yararlı olacaktır.
5-6: Sanırım bu kadar patika yeter. ilk saldırı noktası evler. Evleri soluma alıp direkt ormana dalmak en zevklisi. :) Umarım yarabandım vardır.
6-7: Yine patika ve dinlenme şansı. Burada bu patikanın olduğunu daha önce görseydim, başka biryerde daha fazla güç kullanır, saklamazdım.
7-8: Uzun koşular, en sevmediklerim. Sanırım hem patika gibi hem de yarı-kurumuş dereden aşağı inmek en iyisi. (Tabi su durumu, planı değiştirir.) Sonra da patikayı takip ederek sonraki parkura hazırlık. (dinlenme)
8-F: Son anlar ise pusula yolu ile direkt koşu en iyisi. Gerçi harita çok temiz olmadığından tam anlaşılamıyor ama sanırım direkt koşu yolu boyunca sürekli açık alan ve ev tarzı yerlerden geçerek Son noktasına varırız.

Düzeltme ve iyileştirmelerinizi bekliyorum.

Başka bir haritada görüşürüz.

Not: Bu arada ben bu yazıları harita üzerine düşünerek yazmıyorum. Aynı yarıştaymışımı gibi haritada numaraların yerlerine bir süre bakıp, kapatıp yazısını yazıp sonra diğer noktaları inceliyorum. Yani uzun uzun inceleyip en iyiyi yazmıyorum. Sanırım giderek daha hızlı harita okumama yardımı olacaktır. Bir kerede tüm noktaları hafızamda tutabilmek gibi :)

Tuesday, February 05, 2008

Monday, February 04, 2008

Orienteering - 3 (Harita antrenmanı)

Merhaba,

Bundan sonra teorik ne öğreneceğiz bilmiyorum ama zaman buldukça internette bulduğum çeşitli haritaları paylaşmak ve kendi yapmayı düşüneceğim parkuru anlatmak istiyorum. Siz de aşağıdan yoruma basarak kendi koşacağınız parkuru herkesle paylaşırsanız belki birilerinin aklına gelmeyen birşeyleri tartışırız... (Ayrıca yanlış yorumlamış olduğum haritalarda beni düzeltirseniz sevinirim.)

İlk bulduğum harita; Orienteering in Georgia sitesinden. Sitede güzel bir ilk eğitim sayfası da var. İngilizce bilenler için iyi bir giriş de olabilir. İncelemekte yarar var: http://www.gaorienteering.org/Education/BeginnerGuide/map_reading.htm

Haritaya gelirsek:



Benim parkurum:
S-1: Direkt sağımdaki açıklık yoldan karşıya koşardım. (ki yoldan geçersem 90derece kırıp geçerek kontrol edebilirim)
1-2: Deniz kenarına inip koyun ucuna kadar koşup pusula yardımıyla direkt çıkış yapılabilir.
2-3: Yine pusula yardımıyla direkt çıkış. (Uzun yol yardımcı olacaktır.)
3-4: Yüksekte olduğumuza göre denize inişimiz kolay olacaktır. Yukarıdan koyun görüneceğini tahmin ediyorum. Ayrıca geliş yönümüzde yürümeyeceğimiz kesin olduğuna göre direkt aşağıya denize kadar koşulabilir. Sonra kıyı boyunca pusula yardımıyla koşulur.
4-5: Deniz kenarına geri inip kıyı boyunca koşup 2.nehirden içeri girerim.
5-6: Nehir boyunca yukarı. Pusula yardımıyla zirveye ki zirveyi görmek zor olmasa gerek.
6-7: Pusula yardımıyla insan yapımı malzemelerden doğru olanı saldırı noktası seçerek yola çıkılabilir. Yoldan direkt koşu.
7-8: Eğlence istiyorsanız (ki ben isterim ;) ) Pusula yardımıyla direkt koşu.
8-9: Nehir boyunca deniz kenarına kadar dinlenerek gelip çitlerde dikkatli olup 9 numarayı görmek lazım.
9-10: Nehir boyunca dinlenmişsem direkt koşu. Yorgunsam yeşil alandan geçip patika, patika yoluyla ilerle.
10-F: Son nokta olduğuna göre pusula yardımıyla direkt koşu. (Yolun kenarından geçtiğinde doğru yolda olduğunu anlarsın.)

Benim parkurum bu. Hatam varsa veya kendi parkur yorumunuz olursa lütfen yazın...
Selamlar...

Not: Bu arada haritayı düzgün göremiyorsanız. Kendi sitesinden tıklayıp açabilirsiniz veya bana söyleyin :)

Friday, February 01, 2008

Bırak İşini

Mavrova'dan döndüm. Güzeldi. Detayları sonraki haftaya. Bu haftasonu Bozdağ'a çıkılacak. Önce onun notları. Sonra Mavrova'dan notlar.

Bu arada doğa yürüyüşüne katılacaklar için marş olabilecek bir şarkı. Tabi ki Zardanadam'dan... (Abi, dağılmayın lütfen ya...)
-------------------------------------------------------
BIRAK İŞİNİ (Zardanadam)

Güzel birgün, sorun yok.
Herşey aynı, herkes sağlam.
Aynı yollar, hep aynı sokaklar,
Adımlar aynı, yavaş, sessiz.

Bugün güzel birgün, sorun yok.
Dün gibi aynı, gün gibi belli.
Herşey yerinde, donmuş zaman
Olsun biliyorum, yarın var!

Bırak işini, çık dışarıya
Yaşam değil bu, bak yukarıya
Çek fişini, kop artık, bağlandığın yeter
Köpek gibi yıllarca, köle gibi yıllarca.

Güzel birgün, sorun yok.
Dün gibi aynı, gün gibi belli.
Herşey yerinde, donmuş zaman
Olsun biliyorum, yarın var!

Bugün varız, en azından varız,
Tamız, farksız ama biraz azız.
Zor geliyor, dar geliyor,
Yaşamın farkındayız! Yaşamın farkındayız!

Bırak işini, çık dışarıya
Yaşam değil bu, bak yukarıya
Çek fişini, kop artık, bağlandığın yeter
Köpek gibi yıllarca, köle gibi yıllarca.

Not: İndirmek için: http://www.zardanadam.com/content-64.html
Ayrıca tüm Zardanadam şarkıları için : http://www.zardanadam.com