Friday, October 15, 2010

Beşpınar - Spil - Beşpınar

Parkur: Beşpınar - Spil - Beşpınar
Grup: YDS (Yüksek Doğa Severler) - B Grubu
Tarih: 10/10/2010
Hava: Sıcak




Merhaba,


Bu hafta Beşpınar. Uzun zamandır yürümemiş olmanın sıkıntısını geçtiğimiz hafta attık. Hatta başka bir kulüple yürümenin rahatsızlığı da Yüksek Doğa Severler'in dostlukları ile bertaraf edildi. Geçtiğimiz hafta kaçırılmış bir yürüyüş vardı artık ve yürünecek bir Spil. Spil'e 2 kez gitme şansım oldu zaten. O yürüyüşler de blogda kısaca bahsediliyor. Her seferinde yürüyüşün kısa olduğundan bahsettim. Sonunda Spil'e çıkmış olmak ve dostlarla birliktelik olmasa aslında B grubu için çekilir bir yol değil. Ancak bir kez de YDS ile deneyelim dedim ve pazar sabahın körüne saati kurdum.





Hakikaten sabahın körü. Daha hava aydınlanmamış. Mantıklı bir iş yapmışım ve çanta içeriğini salona dizmişim. Kıyafetlerim de hazır. İş sadece kahvaltı, giyinmek ve çantayı yerleştirmek. Sanırım 45 dakika hepsine yetecek. Bir yandan kahvaltı edip bir yandan çantamı kontrol ediyorum, bir yandan da gözüm evimizin yeni üyesinde. CoCoMo bir kez çıkıp su içiyor, sonra yine yuvasına giriyor. Sanırım olayın benimle alakası yok. Hamster bile o saatte hareket etmiyor, benimki hakikaten çok mantıklı bir hareket olmalı :) Bugün ilk kez otobüs ile gitmeye çalışacağım Konak'a. 7.30 gibi iniyorum aşağıya. Otobüs geliyor, dershane saatine çeyrek var sanırım. Birkaç erkenci binmiş. Bu demektir ki; risk var, 1-2 dakika sonra dolu gelmeye başlayabilir. Giderken Karataş'tan Tufan bey de ekleniyor otobüse. Bir de yine sırt çantalı bayan daha biniyor ve otobüste tamamen bana odaklanmış bakışlar biraz olsun dağılıyor :) Hava hafif serin, sabah otobüsü havası yok otobüste. Sanırım yağmursuz bir havanın etkisi. Havanın yağmurlu olduğu bir günde hepimizin aklındaki "yağmurlu günde otobüste sabahın köründe işe giden insanlar kokusu" yaşanacak gibi duruyor. Önümüzdeki günlere bırakıyorum ve otobüsten iniyoruz.


Viyadük altına doğru yürüyoruz. Önceki gün, gelecek hafta yapılacak yürüyüş için parkur çalışmasına gitmişler, onları dinliyorum. Sanırım bu satırları yazdığımdan 2 gün sonra çıkılacak ve benim katılamayacağım Kamberler Köyü yürüyüşü de çok güzel olacak. Zira anlatılan manzara, kelimelerin yetersiz anlamları ile anlatılabildiği kadar bile olsa çok büyük bir fırsat kaçırıyorum. Ki mutlaka daha güzeldir. Viyadük altına henüz araçlar gelmemiş. Diğer kulüplerin araçları ile birlikte YDS'ninkiler de geliyor. Pazar sabahının sekizinde viyadük altında onlarca insan biraraya gelmişiz, herkes başka bir sohbetin peşinde. Her pazar sabahı insanlar sanki tatilden dönmüş ilkokul çocukları gibi yeniden hasret gideriyorlar. Bu her pazar tekrarlanıyor. Sanki bütün bir hafta sadece pazar günleri yapılacak yürüyüş için yaşanıyor gibi. Birbirimizi tanımasak bile herkes aynı amaç için orada bulunmanın samimiyetiyle birbirini günaydınlıyor. Zaman gelince otobüslere doluşuyoruz ve hareket. 






Aslında daha önce gittiğim bir yol. Kipa önünden Manisa yönüne, Sütçüler'e gidiyoruz. Her Spil yürüyüşünde olduğu gibi Sütçüler'de kahvaltı, Beşpınar'a gelmeden yürüyüş olacak sanırım. Yol boyunca Emrah ile muhabbet, Hıdır beyden alınan bilgiler. (Yaşasın, birini daha tanıdım :) (Gmail'in, Hurra, Burada Spam Yok! tadında... :) ) ) Kaçırılmaması gereken bir Tantalos etkinliğini kaçıracağımı orada öğreniyorum. Tantalos'a yürüyüşü orada yürüyenleri hazır bekleyecek balık menüsü ile taçlandırıyorlarmış. Yeni kulüplerle tanışmak insanın yapılabilecekler konusunda ufkunu açıyor... Bu hafta yürüyoruz, Kamberler'i kaçırıyorum zaten. Sonra Gödence varmış. Buna katılınır. Zira yürümeye başladığımdan beri nasıl bir şans ise her senem Gödence'de şarap çok güzeldi, sen neden gelmedin cümleleri ile geçti. Bu sene umuyorum ki, bir terslik olmasın, Gödence'yi göreyim :) Sonrasında Tantalos ve bir yürüyüş daha var. Yaklaşık bir ay ara veriyorum. Gödence'den sonra Ist5Days'e son haftasonu. Dinlenme ve antrenman olmalı. Sonraki hafta Ist5Days. Sonraki hafta bayram nedeniyle yürüyüş yok. Sanırım Gödence'ye gitmeliyim. :) Neyse yol uzun sürdü. Sütçüler'de kahvaltı molası. Çaylar Emrah'tan. Görece uzun bir moladan kalkıyoruz, yine otobüsler. (Bu arada atlamak olmaz. Yol boyunca tüm araç; şarkı, türkü. Sabah mahmurluğunu atma çabası mı? Spil coşkusu mu? bilmiyorum ama tüm uyku açılıyor. Hatta hafiften çayda çıra havaları da, kimse duymasın :) )






Beşpınar köyünden önce inmemiz lazım. Atıp tutuyorum. Ben biliyorum ya, 2 kez geldim ya. Araç geniş alanı atlıyor. Sonra Beşpınar köyü. Nereye geldik diyende, köyün çıkışında iniyoruz. Burası 2 yıldır yaptığım yürüyüşlerde parkur sonu, çeşmeden tanıdım. İniyoruz, ilk açıklık alanda sabah sporu. Bu hafta bize katılmış iki öğrencim de var. Tabi bünyeler sabah sporuna çok da alışık değil. Elimizden gelen en ciddi halle direktifleri uyguluyoruz. Tamam, gerekliliğini biliyoruz ama her hafta daha ciddi yapabilsek de, yine de dalga geçmeden yapmak kolay değil :) Neyse ki, gruptaki herkes bizim gibi. (Hatta birara çekilen halay bile var, birilerinin fotolarında vardır mutlaka :) ) Sonrasında A - B ayrılıyoruz. İniş yaptığımız yolun paraleli, çıkışa başlıyoruz. İlk etapta sarı otlar, açık alan, toprak yol, eğim sabah başlangıç için biraz dik, tırmanıyoruz. Sabah jelibonlarımızı alıyoruz Emrah'tan :) (Ah o jelibonlar :) ) Tabi sabah yeni başlamanın rahatlığı ile ne ciddiyet ne birşey, ne nefes, ne yürüyüş stili dinliyoruz. :) Tırmanış biraz toparlandı derken orman içine dalıyoruz. Eğim arttı mı ne? Bacaklar başlıyor zorlamaya. Sanırım jelibonların intikamı :) :) Döne döne tırmanış sonunda bitiyor ama "döküm"lü duruyor, iyi oluyor. Sabah sabah insanlar biraz sıkışıyor ki, bir grup ilk dökülmenin ardından peşimizden biraz daha yavaş ve hafif yürümüş A grubuna kalıyor. Sanırım her yürüyüşe böyle bir başlangıç gerekiyor :) Burada ilk yürüyüşü olan Sezer'i ve Ali'yi de bırakıyoruz. İnsan ilk yürüyüşüne hafif başlamalı. Hata bizde. Israr etmemeliydik.






Yol düz diyip veriyoruz tempoyu. Yine açık alan. Aslında bundan sonrasında nasıl gittiğimiz konusunda çok fikrim yok. Oluşan tempo o kadar iyi ki. Etrafın güzelliğine bakıp geçiyoruz. Asıl amaç yürümek. Yine orman içleri, yine kenarlar derken Atalanı. Buraya ne zaman geldik? Neden geldik? Çabuk olmadı mı diyorum? Sonrasında insan mantıklı düşününce, geçmiş yürüyüşleri hatırlayınca zirve yapıp döndüğümüzde epey geç kaldığımızı hatırlıyor. O zaman çok iyi oldu. Madem zirve yapıp geleceğiz, öyleyse bu saatte burada olmalıyız ki, öğle yemeğine geç kalmayalım. Bravo vallaha ve çok özür ilk düşüncelere... Bu kez Atalanına tersten girdik. Aslında bu bile birşeyler anlatmalıydı. Hala saf gibi herhalde parkuru ters yürüdük diyorum. Göreceğim ben o ters yürümeyi... Jandarmadan izin alacağız da, jandarma tatilde gibi :) Gençten bir astsubayım var. İzinleri alıyoruz. Sağolsun yardımcı oluyor da, evlatçım, yeni mezun olmuşsun belli. Ama sen kara astsubayı değil misin? Ben denizde asteğmendim ki, hem disiplini daha az derler, hem de bir yıllık asteğmenden ne beklersin de, benim yanımda bile asker bir el cepte, bir elde sigara durmazdı yahu? Ah be evlat... Neyse geçiyoruz kontrol noktasını. Spil'e tırmanış.


Aslında aşağıdan bakınca çok abartı bir mesafe. Hatta tırmanışın heyecanı da eklenince insan hızlanıyor, iyice hatalı işler yapıyor. Sonra tabi nefes nefese. Sert ve dik bir tırmanışa başlıyoruz. Son Spil yürüyüşünde yaptığım kendine güven hatasını bu kez yapmayacağım. Direkt batonları çıkarıyorum bu kez. Bir yandan askerlik muhabbeti, tırmanıyoruz. Cihangir abi, ben, Emrah sürekli tırmanışı arada rehberimiz nefes molaları ile durduruyor. Ancak bu kez tempodan mı, batondan mı, performanstan mı bilmem, daha rahat çıkıyorum. Zirvede bizi yabancı bir turist grubu bekliyor?!? Rehberlerine "Bizi Spil'in zirvesine çıkar" mı demişler bilmiyorum ama oradalar? :) Çıkar çıkmaz terden üstüme yapışmış çanta ve tişört dondurucu soğukla birleşiyor... Hemen üst değişimi lazım. Zira donuyorum. Sonrasında, herkesin yaşaması lazım, üstümdeki su dolu tişörtü çıkartıyorum ki, birden Spil'in zirvesi ısınıyor :) İnsan birşey giymeden de dolaşılır hissine kapılıyor ki, abartmıyorum, hemen termal, tişört, ceket. Sonrasında biraz fotoğraf molası. Hatta toplu foto. Bu arada Cihangir abi'nin elma ikramı. Zirvede elmanın tadı başka olur diyor. Hakikaten öyleymiş. Soğuktan mıdır? Basınçtan mıdır? Açlıktan mıdır? bilmiyorum ama hakikaten bir başka güzel. Bir dahaki sefere elma gelecek. Yaz bir kenara...






İnişe geçiyoruz. İniş geçen yıllarla aynı parkur. Döne döne iniyoruz. Sonunda Atalanı, yeniden. Bir grup futbol oynuyor bir tarafta (İtiraf etmeliyim, bunu ilk kez gördüm :) Biraz garip de gelmedi değil ama sonuçta öyle eğleniyorlardı ki :) ) birileri masa etrafında toplanmış çayını içiyor. Emrah ile baktık, Sezer ve Ali bir tarafta küçük bir ateş yakmışlar. Emrah yılların tecrübesi ile hemen el koyuyor ateşe :) Yoğun malzeme ve üfleme mesaisi yanında, bol duman yutumu ile üçü birlikte ateşi harlıyorlar. Bu arada elinde cezveyle gelen teyzeyi unutmamak gerek. :) Anlatmazsam çatlarım; bir teyzemiz geliyor elinde bir cezve su. Diyor çay yapacağım. Ateşi harlamaya çalışmaktan kolları kopmuş Emrah, suyu koymamasını daha ateşi olmadığını söylüyor. Teyzem olmamış ateşe illaki cezveyi koyuyor. Doğal olarak oturmamış ateş bir yanıyor bir sönüyor. Teyzemde bizimkiler söndürüyor diye kızıyor. Bir yandan dumana kızıyor, bir yandan ateşi yakan Emrah'lara kızıyor, neden onun su ısıtacağı kadar da bırakmıyorlar diye. Değil mi ya? O suyunu ısıtsın sonra ateş sönerse sönsün... :) En sonu bomba; kurcalarken kurcalarken en sonunda teyzem cezvenin içindeki suyun bir miktarını da ateşin ortasına döküp, daha tam yanmamış ateşi iyice rezil edip hiçbirşey demeden arazi oluyor :) :) Sanırım dağlar insanı sakinleştiriyor, iyi gülüyoruz teyzeme :) :) (Daha komiği aynı teyzemin ateşin yakılması sonrası sanki hiçbirşey olmamış gibi birşey demeden yine kaynak yapması :) ) Neyse ateş her türlü komploya rağmen yakılıyor. Bravo çocuklara. 






Bravo büyük. Zira yardımımız da olmadı, üç kişi bir ateş yaktı ki, daha sonra da epey insan yemeğini pişirdi, çayını ısıttı, hatta ateşi yakanları dışarı atmak pahasına ısındı.. (Burası da komikti hakikaten. Ateşi yakanları dışarı atıp insanlar bir ateşte nasıl ısınabilirler anlamak mümkün değil, veya bir teşekkür çok mu gelir? Bilmiyorum. Hayat işte, bir garip. Böyle kuşlar var, gemiler falan var, garip...) Bu arada Emrah sucuk getirmiş, ateşe yardım etmedim, sucuk da getirmedim ama 2 lokma otlanıyorum, sağolsunlar... Sonrasında plastik şişede çay keyfi değişik oluyor :) (Evet çok sağlıksız. Evet hepimiz öleceğiz. Bunları biliyorum :) ) A grubu şarkılar, türküler, danslar sonrası yola çıkıyor. Sezer ve Ali tempoya adapte olmuşlar, bizimle gelecekler, biz yaklaşık yarım saat sonra hareket edeceğiz... Zaman geliyor, ateşi şoförlerimize emanet edip başlıyoruz yürümeye...






Ancak bu kez büyük bir terslik var. Atalanı çıkışına doğru gitmemiz gerekirken Spil'e doğru yönleniyoruz. Aha değişiklik. Spil zirveyi sağımızda bırakıp yan yan kısa bir tırmanış yapıyoruz. Sonrasında iniş başlıyor. Görece dik bir iniş epey uzun. Eğlenceli bir iniş oluyor. Zaten bunun için gelmiyor muyuz? Sürekli orman içi, sürekli iniş yapıyoruz... Sonunda sanırım Spil'in eteğinden yan yan yürüyoruz, ta ki iniş verecek noktaya kadar. Oraya kadar sürekli sağımız çalılık, solumuz uçurum :) Yer küçük taşlık, kayma riski az da olsa var. Sürekli aynı tempoda, neredeyse durmaksızın ilerliyoruz. Yorulmak yok, zaten manzara muhteşem. Tek sorun, o manzarayı fotoğraflayıp sizlere ulaştırma şansım o tempoda yok. Ancak zaten o muhteşem görüntüyü fotoğraf karesinde anlatabilmek de sanırım çok mümkün değil. Görülmeli. Sonunda büyük bir kayanın yanı yarık. Kaya tepesinde şarkı söyleyenler, dinlenenler derken biraz mola veriyoruz. Sonrasında yarıktan aşağı...






Yolumuz sürekli aşağı. Kah yarıklardan geçiyoruz, kah paralel yürüyoruz ama sürekli aşağı kaymaya çalışıyoruz. Sürekli kafa çalıştıran, sürekli tetik bir pozisyon, gerçekten eğlendiriyor. Aşağı inene kadar aslında bir soluk. O yüzden anlatmak zor. Sanırım on-onbeş dakika bir inişi bir soluktan fazla aklımda tutamıyorum. Sonunda bir kuru nehir yatağına iniş yapıyoruz. Sanırım bu kayaların arasında düz yürüyeceğiz derken suyun düşme yaptığı yerler başlıyor bu kez. Bu sefer de bu noktalarda sürekli kum-çakıl arası kayma tehlikeleri ile ilerliyoruz. Sonunda geliş yolumuzdakine benzer, karşımızda aşağıda kalan manzara, solumuz uçurum, sağımız taşlık ince patikaları dolaşa dolaşa inmeyi sürdürüyoruz. 






Yine çok zevkli bir iniş parkuru ile "keşke bitmese yürüyüşümüz" bizi bekleyen araçların yanında sonlanıyor. Araçlara gidip terli üstümüzü değiştiriyoruz. Sonrası biraz dışarda A grubunu bekliyoruz. Otobüsler burada dönüş noktasına göre değiştirilecek, sonra çay içmeye gideceğiz diyorlar. Yer değiştiriyoruz. Spil eteklerinde bir teras kahvesine iniyoruz. Kimlerin geldiğini bilmiyorum ama epey kalabalık bir manzara kahvesine oturuyoruz. Kısa otururuz mantığı ile ayran-soda yapalım diyoruz. (Sonra bizimkiler kokulara dayanamayıp bir tost yaptırıyorlar ama bu seferde ona süre yetmiyor :) ) Sonrasında biniş ve eve dönüş.






Sonuç ne peki? Yine çok başarılı bir parkur seçimi, iyi tempo, güleryüzlü insanlar, iyi niyet, yardım çabası. Kısaca benim ikinci yürüyüşüm ama sürekli gelenleri şaşırtmadığına göre sanırım bir Yüksekdoğaseverler geleneği olarak başarılı bir etkinlik. Yanlış anlaşılmasın, insanların iyi niyetli çabaları, güleryüzleri tabiki önemli ama dış faktörlerden en çok etkilenen nokta tempo olması nedeniyle, ona çok dikkat ediyorum ve değişkenlik göstermeyen, kararında (ne yüksek, ne düşük) ve uzun molalarla dengesi kaybolmayan bir B grubu temposu beni çok mutlu ediyor. (Zaten dikkat edilmiştir; doğru düzgün mola tanımlaması yapmadım. Zira tempo bozacak molalardan kaçınıldığından mola verilse de dikkate değer, yazmaya değer molalar yaşanmıyor...) Buna bir de parkurun tadında zorluğu eklenince bu parkur, bu grupla güzel bir tat bırakıyor. Peki zor muydu? Kolay değildi. Özellikle rehberimiz de söyledi, yağmurda zorluk derecesi geometrik artacak bir parkur. Ancak sürekli B yürüyen kişiler için zorluğu zevkli olarak düşünülebilir. A grupları için orta üstü bir zorluk düşünebilirler. (Tabi yürünen yerin zorluğu açısından) Peki gidilir mi? Gidilir. O manzara için, o yol için bir daha kesinlikle gidilir. Hatta gelecek seneki aynı parkuru iple çekiyorum desem, yeridir.


Soru olursa yardımcı olmak isterim...
Selamlar... Gödence'de görüşürüz...


Not: Fotoğrafların bazılarını aralara ekledim. Tümünü yazının sonunda görebilirsiniz... (Bu arada fotoğrafların bir kısmı benim, bir kısmı da öğrencim Sezer Baytar'a ait. Çok teşekkürler...)


08:10 - Konak'tan Hareket
08:50 - Sütçüler Varış
09:30 - Sütçüler'den Hareket
10:00 - Araçtan iniş
10:10 - Isınma Hareketleri ve sonrasında Yürüyüş Başlangıcı
13:25 - Yemek Molası
14:30 - Yürüyüş Başlangıcı
17:00 - Yürüyüş Sonu
17:15 - Çay molası
18:00 - Eve Dönüş
19:00 - Konak




4 comments:

  1. konuşturmuşsun gene kendini:)
    ama gelmiş kadar oluyorum yazdıklarında, sağol
    Ali Okumuş

    ReplyDelete
  2. Sen de sağol hocam. Denedik birşeyler bakalım. Sen yazana değil, yazdırana bak :) Umarım birara beraber de yürürüz :)

    ReplyDelete
  3. En çok eksikliğini duyduğum konu kimsenin gezi izlenimlerini yazmamasıdır. Oysa üzerinden yıl yada yıllar atladımı bu yazıları okuyunca ne çok ayrıntı hatırlıyoruz. Anı yeniden ne güzel yaşıyoruz. Anlatımın çok akıcı. Siz Spil'deyken ben likya yolundaydım. Şimdi Spile gitmiş kadar oldum.

    ReplyDelete
  4. Çok teşekkürler... Beğenmenize sevindim. Dediğiniz gibi bunu çok fazla yapan yok. Ben de bulamayınca kendim yazayım dedim :) Umarım kötü olmuyordur... Tekrar teşekkürler...

    ReplyDelete